Pazar günü, Defne öğlen saat üç gibi kanapede uyuyakalınca beni bir heyecan sardı. Önümde muhtemelen serbest bir saat kadar zaman vardı ve ben bu sürede ne yapsaydım, bilemedim. Önümde üç seçenek vardı. Birincisi, geçen haftaki ‘Sebzeli Köfte’de bahsettikten sonra aklımda kalan ekşili, acılı, zeytinyağlı kuru dolmayı yapmak; ikincisi, öğlen dışarıda Cuma günü yaşananlardan sonra aklıma gelen ultra müthiş Devlet Bakanı olma fikrimi açıkladığım Pazartesi gününün yazısını yazmak; üçüncüsü de Cumartesi aldığım beş kitaptan biri, şu günlerde benim için çok öğretici olacağına inandığım “blogdan al haberi” adlı araştırma-inceleme kitabını okumak.
Hemen dolma işine giriştim, yarım saatte onu ateşe koydum ve yazımı yazmaya başladım. Devlet Bakanı olma fikirimin altyapısını anlatmalıyım ama önce.
Cuma günü sabahleyin evimizin eski çalışanı, Defne’nin bakıcısı ile yollarımızı ayırdık. Nedeni, niçini önemli değil diyecek olsam da önemli ama burada anlatmayacağım. Kısaca onun için doğru olabilecekler benim için doğru olmadığı için gitti. O gitti ve biz dev gibi bir sorunla başbaşa kaldık. Bakıcımız yoktu ve Pazartesi işe gidecektik. Annem bir süre idare ederdi ama eninde sonunda birini bulmalıydık. Eşim, bizim Bey diye demiyorum, pek beceriklidir, hemen olaya el koydu ve Cumartesi günü birisi ile görüştük. Parada pek anlaşamadık ama sanırım birkaç gün içinde başlayacak. Parada anlaşamamamızın nedeni onun feci yüksekten bir blöf atması, benimse daha öncekine zaten veriyor olduğum meblağı kazancımla ve kendi yaptığım işle mukayese ettiğimde gayet yüksek buluyor olmamdı. Mecbur, kısmen blöfü yemek zorunda kaldım. Böyle başldıysak, bundan sonra ilişki nasıl olacak, bilemiyorum. İşte, eğer Aile ve Kadından Sorumlu Devlet Bakanı olacak olursam gerçekleştireceğim ilk proje de bu koşullar altında aklıma geldi.
Çalışan annelerin hepsinin muzdarip olduğu bir konudur bu “Bakıcı” konusu. Valla ben de isterdim çocuklarımı ben büyüteyim ama o kadar okumuşum, etmişim, böyle de üretkenim, çalışmak zorundayım. En azından çocuklarımın geleceği, kendim için. Projeme göre bu bakıcı işine devlet el atacak. Bir standardizasyonu olacak. Bakıcıların bir kaydı olacak ve bulundukları bölgede bir sorumlunun kontrolü altında olacaklar. Başlamadan önce atıyorum, üç ay, çocuk gelişimi, çocuk beslenmesi, çocuk bakımı, çocuk için evde güvenlik kuralları, vs. konusunda eğitim alacaklar ve sonunda da bu konulardan sınav olup sertifika sahibi olacaklar. Çalışan anne, doğum öncesi iznine ayrıldığında devlet tarafından kendine sunulan üç bakıcı adayından birini seçecek ve bebek doğmadan bakıcı anneye ve eve, annede bakıcıya alışacak. İşçi ve işveren periyodik olarak, altı ayda bir birbirlerini değerlendirecekler ve böylelikle bakıcıların sicili oluşacak. Ücret elden verilmeyecek, bir yere yatırılacak veya bordroluların maaşından kesilecek. Hem devlet vergisini alacak, hem de çalışan sosyal güvence sahibi olacak. Bizim de çocuklarımıza eğitimli, bilgili kişiler bakacak. Biz de o kaç lira veriyor, yol parası ne kadar vereceğim diye düşünmeyecek, hastalandıklarında tedavilerini üstelenmek zorunda kalmayacağız. Bakıcıların kategorileri, uzmanlıkları da olabilir. Örneğin, 0-3 yaş grubu, ikiz bakıcısı, yatılı bakıcı, büyük okula giden çocuklar için bakıcı, vs. Böylelikle, bir sürü lise, üniversite bitirmiş, iş bulamayan kadınımıza, kızımıza da iş imkanı sağlanmış olur. Benzer sistemler Avrupa ülkelerinin bazılarında var. Ben Fransa’dakini biliyorum. İncelenir, geliştirilir. Neye ihtiyaç olduğunu anlamak için bakanlık website’a bir anket konur, eminim konunun muhatabı olan herkes seve seve cevap verir.
Defne doğduğunda ilk aşı için Sağlık Ocağı’na gittiğimizde, bebek doğduktan sonra muhtarlığa bildirildiğinde Sağlık Ocağı’ndan bir ekibin eve gelip anneye bebek bakımı, evin diğer yaşayanlaına da anneye nasıl yardım edebilecekleri konusunda eğitim verildiğini duyunca şaşırmış ve sevinmiştim. Benim bu proje, Aile Hekimliği ile de birleştirilebilir. Hatta yaşlıların kendi evlerinde bakımı alanına da uygulanabilir.
Tam seçim öncesi, seçim vaatleri içine alınsa, eminim iyi oy yapar bu proje. Kapanın elinde kalır valla. Buraya yazıyorum ki, eğer yarın öbür gün bunu bir politikacının ağzından duyarsanız, eğer bugünden önce başka bir yerde dile getirilmediyse, fikir benimdir. Atıfta bulunulmadan çalınsa bile millete hizmet hizmettir. Ben de fikren hizmet etmiş olurum (Devletten ayrıldım ama nasıl içime işlediyse bu millete hizmet etme hali, bir türlü vzgeçemiyorum). Daha ne projeler var bir bilseniz!
Bakanlık konusunda da ciddiyim ama olası makamdan hizmet etmek dışında beklentim olmayacağı için para filan veremem. Benden iyisi de zor bulunur. Bir ailem ve iki çocuğum var, doktorum ve uzmanım, emsallerimden hayli (en aziki kat daha fazla) eğitimliyim, halihazırdaki kartvizitimde adımın altında “…. Müdür” yazıyor, bir şekilde yöneticilik geçmişim var (bir yıllık bir geçmiş ve yönetimim altında canlı bir kişi yok ama olsun), üstüne bir de hayatımın ilk yılı bir yetiştirme yurdunda geçti (annem ve babam yurtta öğretmendi ve lojmanda kalıyormuşuz), aile geleneğimizde de, kendi çapında da olsa, devlete millete hizmet var sonuçta. Daha bir sürü şey yazabilirim kendim hakkımda ama insanın kendi kendini övmesi hiç de güzel bir şey değil. Bence zaten bunlar benim bakan olmam için gayet yeterli.
Bundan sonraki süreç için üç öngörüm var. Düşükten yüksek ihtimale göre sıralyacak olursam:
1) Biri bunları ciddiye alır ve ben Devlet Bakanı olurum (%0,001)
2) Bakan olamam ama bundan sonraki bakanı iyi bir takibe alırım (%70)
3) Burada kendi kendime yazmaya ve aklıma gelen başka Zihni Sinir projelerle arada siz sevgili takipçilerimin kafasını şişirmeye devam ederim (%100)
Üç ihtimal de iyi görünüyor. Bakalım, hangisi olacak?
Yazıya görsel ne koysam diye düşündüm. Bulamadım. Mevcut bakanın fotoğrafını koyayım, dedim. İçeriğe uygun düşmez, diye vazgeçtim. Bu arada dolma da pişti. Ben de onun resmini koymaya karar verdim. Hadi, bana afiyet olsun.