Bazen on sekiz yaşımı, üniversite sınavına girdiğim yılı düşünüyorum. On sekiz yaş, insanın hayatı hakkında karar vermek için ne denli erken oysa. Bugünlerde on sekiz yaşın erkenden de öte bahtsız bir yaş olduğunu düşünüyorum.

Herkese mutlak sorulmuştur çocukken, “Büyüyünce ne olacaksın?” diye. Kimi kendi hayalindeki mesleği söyler, kimi annesi babası neyi duyarsa mutlu olacaksa onu söyler, kimi bir şey söylemez, onun yerine ardından, biraz yukarıdan gelen bir ses cevap verir: “Doktor olacak,” ya da “Avukat olacak,” ya da artık bilemiyorum o anne-baba ne olamadıysa, çocuğu işte ondan olacaktır.

Çocukken verilen yanıtlar ne olursa olsun, on sekiz yaşına gelip de o sınava girileceği vakit artık bir veya iki meslek grubu içinde seçim yapılacak, gelecek planları bunun üzerine kurulacaktır. Sınava giren herkes, hemen hemen emindir ne olmak istediğinden. Bazen sekmeler olabilir, çoğunluk tercih mühendislikten yana yapılmasına rağmen araya tıp yazılıp sonunda hiç düşünülmezken beyaz önlük sırtta bulunabilir. Şimdiki sisteme çok hakim değilim ama edebiyat okuyacak adam kazara uçak mühendisliğinde bulmaz kendini.

Üniversitenin kazanılması ile başlar hayal kırıklıkları. Bilgiye aç olarak girilen o kapının ardında küçük bir evren vardır çünkü. Eski Yunan’daki üniversiteden akılda kalanlarla çok da fazla ilgisi yoktur. Lisede özlenilen, kavuşulmayı beklenilen özgür düşünce ve tartışma ortamının yerinde koca delikler bulur insan. Hatta bazı üniversitelerin liseden tek farkı, okula serbest kıyafetle gidilmesinden başka bir şey değildir.

Ülkenin dört bir yanında üniversiteler ve meslek okulları mantar gibi biterken, ne yazık ki bu üniversiteden mezun olanları dışarıdaki dünyada aynı çeşitlilikte iş imkanları beklememektedir. Bir şekilde, hayaller gerçek olup istenilen bölüm kazanılıp, fazla uzatmadan mezun olunsa da bu başarılı olunduğu anlamına gelmemektedir. Anaların, babaların kucak dolusu para,  dahası emek sarfederek meydana çıkarttıkları çocukları belki de o çocuklardan bazılarına bir aylık masraf olarak harcanmış olanın yarısı ücrete iş bulduğunda sevinilecektir. Aslında cümlenin doğru  bitişi artık “sevinilecekti” olmalı. Tüm bu olumsuzlukları bile arayacak durumdayız bundan böyle.

Şu olan, belki de öncesinde de defalarca olmuş ama fark edilmemiş “Şifre Skandalı” ile birileri kendilerini ve kendileri gibi olanları yüceltmeye, emeksiz yer tutmaya çalışırken onarılmayacak kadar büyük bir yara açıldı. Her ne kadar hayali kurulduğu gibi kurumlar olmasa da üniversite okuyup, içinde bulunduğu şartları değiştirme olanların umudu sonsuza kadar kırıldı.

Unutulacak, elbette. İstediğim kadar o sınav için gerçekten çalışmış olan çocuklarla empati yapmaya çalışayım, silinip gidecek bir süre sonra. İki güne kalmayacak bambaşka bir konu oturacak gündeme. O çocuklar unutmayacak.