Etiketler

, , , , , , , , , ,


Aslına bakılacak olursa dün hakkında görgüsüzlük etmeme, bu doğal bir başarıymış gibi oldukça alçakgönüllü davranmaya dair bir karar almıştım. Bu karar doğrultusunda da hiç yorum yapmayacaktım. Hala da öyle olmalıydı, diye düşünüyorum. Ama dayanamayacağım. Bir günlüğüne bile olsa çok okunmak inanılmaz keyifliymiş! Yazdığın kitabın Yeni Çıkanlar raflarından bir anda Çok Satanlar raflarına hızlı geçiş yapması gibi bir şey.

Dün eve gittiğimde tabii ki beni gayet rutin bir zaman dilimi bekliyordu. Biraz rutin dışı sayılabilirdi. Çünkü eve giderken okuldan kardeşimin kızını aldım, evdeki çocuk sayısı üç etti. Evin tımarhaneye dönüşme katsayısında iki çocukla, üç çocuk arasında bayağı önemli bir fark oluyor. Her zaman olduğu gibi kendi hallerine bıraktım onları, mutfağa girdim, onlara yemek hazırlamaya başladım. İdeal bir anne olarak yemekten önce çocukların ellerine birer Kinder yumurta vererek sükuneti sağladığım için rahat rahat kendimi mutfağa verebilirdim. Zaten yemek hazır olana kadar iki saat geçerdi, o zamana kadar da acıkırlardı. Gönlümü ferah tutabilirdim.

Pirinçleri kavurup, pilavın suyunu koyduktan sonra, ideal anneliğin bir başka örneği olarak çocuklara sosisli milföy böreği yapmaya koyuldum. Arada bizim bey, geldi yemek yedi ve baktı ki benim mutfaktan çıkacağım yok, umudu kesti ve gitti.

Börekler pişerken çocukları çağırdım, tabaklarına üç sebzeli ultra besleyici yemek ve pilav koydum. Defidek, öğlen bakıcıdan öğrendiğime göre bayıla bayıla yediği üç sebzeli yemeğe “iğğenç” dedi, sadece pilav yedi. Diğer ikisi tabaklarını süpürdüler. Onlar yemeklerini yerken ben de yeni bir ekmek denemesine giriştim. Bir taraftan da haber dinliyor ve son üç ciddi yazımın toplamından ne gibi sonuç çıkarabilirim, Pazar gününden sonra acaba ne yazarım, diye düşünüyordum. Esasında Pazar öncesinde yazıp, dünün bana vermiş olduğu özgüvenle,  varsayımlarda bulunmak isterdim ama, sonra aman, dedim, şimdi olur tutar varsayımlarım, üstüme kalır, diyerek vazgeçtim. Pazartesi yazarım.

Böyle derin düşüncelere dalmışken malzeme ne koydum, eksik mi koydum yoksa fazla mı bilemiyorum. Sonuçta ekmek makinesi karıştırdı, karıştırdı ama o her zamanki hamur topağı oluşmadı. Ben de su ekledim. Bu sefer de ultra cıvık, kek hamuru gibi bir şey oldu. Makineyi kapattım. İkinci saatin sonunda cıvık hamuru aldım, un katarak bir daha yoğurdum. Defidek de her tarafı una batarak yardım etti. Görünüşte o hamur topağını sonunda elde ettim. Bunlar olurken elbette çocuklar yemeklerini yemiş, kardeşim çocuğunu almaya gelmiş, kızını alıp gitmişti.

Ekmek pişti. İçi iyice pişsin diye fırında biraz fazla tuttum. Çıkarınca sulayıp, sardım. Görünüş iyi oldu aslında. Malzemesi de iyiydi. Haşhaşlı, cevizli ve günkurulu bir ekmekti.

Ne kadar fırında tutmuş olursam olayım, sabah kesince biraz hamur kaldığını gördüm. Ofise getirdim ama mutfağa bırakmaktan vazgeçtim. En iyisi kurutup yemek bu ekmeği, ona karar verdim.

Neymiş, öyle elinin hamuruyla siyasete, politikaya karışılmazmış. Neden? Sebep politikayı becerememek değil, siyasetin canım ekmeğin mayasını bozmasıymış.

Ekmeğin 3/4’ünü getirmiştim. Kendim yemek için iki dilim masamın üstüne koydum, gerisini dolaba kaldırdım. Saat 10:30 civarında ekmek çoktan dolaptan çıkmıştı. Gelen, giden yedi. Şimdi baktım, saat 15:30 itibari ile üç dilim kalmış. : )