Etiketler

, , , , , ,


Defterin ‘yazı egzersizi’ bölümünden sayfalar… Yazıldığı gibi, ham.

Rahmetli ninesi herkes gibi kendine özgü özellikleri olan bir kişiydi. Kendi kuşağına ait ortak özelliklerinin yanı sıra sadece onun olabilecek çok müstesna tarafları da vardı. Havadar, geniş ve kalabalık yerleri severdi. Böyle bir yerde saatlerini geçirebilirdi.

Birkaç yıl önce yazın hep birlikte yazlık evden pazar için komşu kasabaya gidişlerini hatırladı. Hep birlikte derken abartısız 10 kişilerdi. En az iki, muhtemelen üç arabayla gitmişlerdi. Hep birlikte yaşamayı, adeta birlikte soluk alıp vermeyi seven bir ailesi vardı. Pazar kalabalığıyla canaklının yerinde olmasının yanı sıra inadını da hala koruyordu. Doğal olarak ailenin diğer bireyleri kadar hızlı ve çevik hareket edemiyordu. Pazarda gezmek için zaman zaman bir atmaca kadar atik olmanın gerekliliği su götürmez bir gerçekti. İşte o gün, ninesini kasaba meydanında bir banka oturttular. İki saat sonra dönüp geldiklerinde ninesi hayatından çok mutluydu, hatta seyir keyfi kesildi diye bozuldu bile.

Ninesinin bu etrafı seyretmeyi sevmesi o sabah havaalanındayken aklına geldi. Rahmetliyi sağlıklı günlerinde burada bırakmış olsalardı, belki günlerce sesini çıkarmadan burada etrafını seyrederek yaşayabileceğini düşündü. O sabah benim gördüğü insanları o görseydi neler düşünür, ne yorum yapardı? Merak etti.

Saat sabahın 6’sıydı. Hem tedbir düşkünlüğünden, hem de burada sessiz sakin ne yapmak istiyorsa, kitap okumak olur, yazı yazmak olur ya da ne bileyim öyle boş boş oturmak olur, rahat rahat yapabildiği için normalde havaalanına zamanından biraz daha önce giderdi.Bu sefer zamanı gece yatarken nispeten yanlış hesaplamıştı. Yediye çeyrek kala uçağı için havaalanına girdiğinde saat altıydı. Birinci güvenlik kontrolü sakindi. Gel gör ki, çıkış kapılarından önceki, ikinci güvenlik kontrolü her zamanki gibi pek şenlikliydi. Bir kere her zaman olduğu üzere üç koldan uzun birer kuyruk uzanıyordu. Görece daha kısa olana girdi. Önünde genç bir çift duruyordu.

Bir dakika bile geçmeden çiftin alelade bir çift olmadığını, bir tuhaflık olduğunu anladı. Durum birkaç ay önce şahit olduğunun bir benzeriydi. Birlikte mi seyahat ediyorlardı, ayrılacaklar mıydı, ayrılacaklarsa giden kim, kalan kimdi belli değildi.Aylar önce yine aynı yerde, bir baba ile altı yedi yaşlarındaki oğlu önünde yine aynı şekilde sarmaş dolaş, öpücük üstüne öpücük, ardı arkası kesilmeyen koklaşmalar ve birbirine sokulmalarla bir sevgi yumağı olmuşlardı. O zaman da tongaya düşmüş, gidenin baba, kalanın oğul olduğunu sanmış, neden sonra adamın ardında bir kadın ve dört genç kızın varlığını fark ettiğinde kalanın baba olduğunu anlamıştı. Babayla oğlanın birbirine sevgisi olabildiğine tuhaf olmasına tuhaftı ve babanın diğer evlatları olan kızlarına mesafesi durumun tuhaflığını biraz daha arttırıyordu. Gelgelelim sabahın altısında bu çiftin birbirine karşı olan muhabbeti, belki de her ikisinin görüntüsü sabahın o saati için abartılı olduğu için, daha da acayipti.

İkisi de boylu posluydu. Genç kadın en az on iki pontluk topuklarıyla adamla hemen hemen aynı boydaydı. Uzun, muhtemelen boyalı, perma eskisi gibi hafif dalgalı, koyu renk saçları vardı. Gri, ince penye bir bluz giymiş, yüksek bel, siyah, boyu dizinde biten bir eteğin üstüne memelerini daha da ortaya çıkaracak şekilde kalın bir kemer takmıştı. Bluzuyla uyumlu olması için çok açık gri çorap giymişti. Elinde küçük, gri bir portföy çanta tutuyordu. Genel olarak kıyafetinde çok da aman aman bir şey yoktu fakat kadının her santimetre karesinden, her hareketinden inanılmaz bir cinsellik fışkırıyordu. Yanındaki adamda en çok  kadranı en az iki parmak kalınlıktaki, etrafı taşlarla çevrili ya da taşlarla çevriliymiş süsü verilmiş saati dikkatini çekti. Kim böyle bir saati, neden takardı acaba. Adam, uzun boyluydu. Açık tenli, kumraldı. Kumaş koyu renk bir pantolon, beyazlığı parlayan, kol manşetleri özel olduğu belli düğmelerle tutturulmuş bir gömlek giymişti. Üzerinde ceket yoktu. Omzunda tüm bu uyuma tezat açık yeşil bir sırt çantası asılıydı.

Kadın adamı ve etrafındakileri etkisinin altına aldığının farkındaydı. Bazen usul usul, bazen adamın kafasını tutup kendine doğru çekerek öpüyor, ardından uslu bir kız çocuğu edasıyla kafasını adamın göğsüne koyarak çok yorulmuşcasına takma kirpikli gözlerini kısa süre kapatıyordu. Gözlerini açtıktan sonra etrafına kısacık göz atıyor, sonra kafasını kaldırıp, kırmızıdan daha basit görünen, ucuz boyalı olduğu belli dudaklarını adamın kulağına yaklaştırıp bir şeyler fısıldıyordu. Herkesin ve her eşyanın güvenlik geçişinde birkaç kez kontrol edilmesi yüzünden kuyruk bir türlü bitmiyordu. Olacak şey değildi ama ya bunlarla aynı uçaktaysam, ya yanımdaki koltuklarda oturuyorlarsa, diye korkuyla düşünmeden edemedi.

Çiftin önündeki kişi de de başarıyla güvenlik kontrolünden geçtikten sonra birlikte seyahat etmeyeceklerini görmek yüreğine su serpti.Gidenin kadın, kalanın erkek olduğu anlaşıldı. Adam uygunsuz ve uyumsuz sırt çantasını kadına verdi. Bitimsiz bir kucaklaşmayla sarıldılar birbirlerine. Tek vücut oldular adeta.

Geriden gelen homurtunun kaynağını görmek için arkasına döndü. Gür kaşları gözlerine doğru eğilmiş, ellili yaşlarda göbekli bir adamdı. “Belediye otobüsü mü burası?” diye yineledi.

Genç adam, homurdanan  adamın yanından geçerken fırlattığı kısa bakışla  “Söylediğini duydum,” der gibiydi.

Yolcu kadın sırt çantasından bilgisayarı çıkarttı, banda koydu. Elindeki küçük, gri çantasıyla kapıdan geçti. Kapının diğer tarafındaki, üniformalı, saçlarının yarısını alelade bir tokayla ensesinde toplamış bayan görevli kadının elindeki çantayı çekip aldı, küçük plastik bir kutuya koyup kapıdan yeniden geçmesi için kadını geri gönderdi. Kadın kapıdan bir kez daha geçti. Kapının kırmızı alarm ışıkları yandı ve ikaz sesi duyuldu. Görevli, kadını bir kez daha geri çevirdi, platform ayakkabılarını çıkarıp tekrar geçmesini söylediğinde, işte o zaman genç kadının sağ bacağında çorabının topuktan diz ardına kaçmış olduğunu gördü. İçinde her şeyiyle bir kadına yakışır bir sevinç duydu. Kadının ardından, bir seferde, ayağında kısa topuklu ayakkabılarıyla uçarcasına geçti kapıdan. Eşyaların geçtiği bandın bitiminde kadınla yan yana kontrolü biten eşyalarını toparlarken, kadının kulağına sanki kadınca bir dayanışmanın en güzel örneklerinden biriymişcesine “Afedersiniz, çorabınız kaçmş,” diye fısıldadıktan sonra kadının çorabındaki kaçığı görünce yüzünün alacağı ifadeyi seyrederek keyfini katlamayı istedi. Aksine, kendi kulağında bir ses duydu. Ninesi, “Yürü git, ayıp,” diyordu.

 (“Çorap Kaçığı” adı daha güzeldi ama Sunay Akın’ın bir kitabının adıymış. Ben de “Kontrol Kapısı” ile idare etmek durumunda kaldım.)