Üniversite sınavında şifre olayının patlama tarihini tam hatırlamıyorum. Birkaç gün sonra, 8 Nisan’da blogda şunları yazmıştım:
Bazen on sekiz yaşımı, üniversite sınavına girdiğim yılı düşünüyorum. On sekiz yaş, insanın hayatı hakkında karar vermek için ne denli erken oysa. Bugünlerde on sekiz yaşın erkenden de öte bahtsız bir yaş olduğunu düşünüyorum.
Herkese mutlak sorulmuştur çocukken, “Büyüyünce ne olacaksın?” diye. Kimi kendi hayalindeki mesleği , kimi annesi babası neyi duyarsa mutlu olacaksa onu söyler, kimi bir şey söylemez, onun yerine ardından, biraz yukarıdan gelen bir ses cevap verir: “Doktor olacak,” ya da “Avukat olacak,” ya da artık bilemiyorum o anne-baba ne olamadıysa, çocuğu işte ondan olacaktır.
Çocukken verilen yanıtlar ne olursa olsun, on sekiz yaşına gelip de o sınava girileceği vakit artık bir veya iki meslek grubu içinde seçim yapılacak, gelecek planları bunun üzerine kurulacaktır. Sınava giren herkes, hemen hemen emindir ne olmak istediğinden. Bazen sekmeler olabilir, çoğunluk tercih mühendislikten yana yapılmasına rağmen araya tıp yazılıp sonunda hiç düşünülmezken beyaz önlük sırtta bulunabilir. Şimdiki sisteme çok hakim değilim ama mesela edebiyat okuyacak adam kazara uçak mühendisliğinde bulmaz kendini.
Üniversitenin kazanılması ile başlar hayal kırıklıkları. Bilgiye aç olarak girilen o kapının ardında küçük bir evren vardır çünkü. Eski Yunan’daki üniversiteden akılda kalanlarla çok da fazla ilgisi yoktur. Lisede özlenilen, kavuşulmayı beklenilen özgür düşünce ve tartışma ortamının yerinde koca delikler bulur insan. Hatta bazı üniversitelerin liseden tek farkı, okula serbest kıyafetle gidilmesinden başka bir şey değildir.
Ülkenin dört bir yanında üniversiteler ve meslek okulları mantar gibi biterken, ne yazık ki bu üniversiteden mezun olanları dışarıdaki dünyada aynı çeşitlilikte iş imkanları beklememektedir. Bir şekilde, hayaller gerçek olup istenilen bölüm kazanıldıktan sonra fazla uzatmadan mezun olunsa da bu başarılı olunduğu anlamına gelmemektedir. Anaların, babaların kucak dolusu para, dahası emek sarfederek meydana çıkarttıkları çocukları belki de o çocuklardan bazılarına bir aylık masraf olarak harcanmış olanın yarısı ücrete iş bulduğunda sevinilecektir. Aslında cümlenin doğru bitişi artık “sevinilecekti” olmalı. Tüm bu olumsuzlukları bile arayacak durumdayız bundan böyle.
Şu olan, belki de öncesinde de defalarca olmuş ama fark edilmemiş “Şifre Skandalı” ile birileri kendilerini ve kendileri gibi olanları yüceltmeye, emeksiz yer tutmaya çalışırken onarılmayacak kadar büyük bir yara açıldı. Her ne kadar hayali kurulduğu gibi kurumlar olmasa da üniversite okuyup içinde bulunduğu şartları değiştirme olanların umudu sonsuza kadar kırıldı.
Unutulacak, elbette. İstediğim kadar o sınav için gerçekten çalışmış olan çocuklarla empati yapmaya çalışayım, silinip gidecek bir süre sonra. İki güne kalmayacak bambaşka bir konu oturacak gündeme. O çocuklar unutmayacak.
Bakıyorum üzerinden bir aydan fazla bir zaman geçmiş. Tahminimin aksine unutulmamış. Ardından gelen açıklamalar, malum kişinin protesto edeceklerin karşısına binlerce genç çıkarma tehdidi, koltuktaki kişinin kendi intihal skandalı, bu skandala rağmen içinde bulunduğu topluluğun ikiyüzlülük ve hak yemedeki arsızlığı sonucu koltuktan bir türlü vazgeçememe davranışı, iki gün önce ortaya çıkan geçmişte bir bakanın torpil e-mail’i ve sonunda da mahkemenin dünkü kararı unutturmadı bize bu olayı.
Kaç kişi girdi bu sınava kesin rakamı bilmiyorum. Bildiğim tek bir şey var, sınava girenler, aileleri, arkadaşları, akrabaları, onları tanıyan ve tanımayan herkes, yani hepimiz ciddi bir hakarete uğradık. Bazılarımızın bilip bas bas bağırmasına rağmen bazılarının ısrarla görmezden geldiği şekilde yüzümüze gülüp aslında ne kadar riyakarca bizimle dalga geçtikleri, görmek istmeyeceklerin bile göreceği kadar açık ve net ortaya döküldü. Biz-siz, öteki gibi kavramlar üretilirken aslında sadece ve sadece kendilerini kastediyorlar. Sadece onlar var. Diğerlerinin, sizin için varız ve çalışıyoruz dediklerinin ise bir sinek kadar bile değeri yok onların gözünde.
Hepimiz, kralın çıplak kaldığı, kasedinin her gün yeni bir bölümünün izlendiği bir gösterinin tam ortasındayız. Her yeni bölümde kral için çıplak olmanın utanç verici bir şey olmadığı artık köy meydanında oynanan canlı bir show içinde her gün biraz daha ortaya çıkıyor. Biz utanıyoruz, yüreğimize batan bir acıyla karışık bu hallerine gülüyoruz ama onlar durumlarından ötürü en ufak bir rahatsızlık bile hissetmiyorlar. Çıplaklığından bile utanmayanların ellerine kalmış geleceğimiz için üzülüyoruz sadece. Bize öğretilen, sahip olduğumuz en temel ilkelere, yani dürüstlük ve ahlak ilkelerimize daha bir sıkı sarılmak, örtünmek istiyoruz.