Etiketler
Alzheimer Hastalığı, asgari ücret, cannes film festivali, fenerbahçe, havaalanı, nuri bilge ceylan, pasaport, pastırmalı pizza, püskevit, pirinç salatası, salçalı hamur, sarımsaklı hamur, uçak, unutmak, yumurta kıvam ayarlayıcısı, şakşuka
Bugün tam bir defter, yani günlük yazısı yazayım. Eskiden günlük tutarken arada bir yaptığım gibi bir bilanço çıkarayım. Arada herkesin yapması lazım aslında. İyi gelir. Akşam yatağa yatınca yaptığımın biraz daha kapsamlısı ve iyi insan olmakla yakından uzaktan ilgisi yok. Ne kadar verimliyim, filan onunla da ilgisi yok. Sadece biraz şu zamanlarda olan olaylarla ve biraz da olaylar hakkında benim ne düşündüğümle ilgisi olabilir, o kadar.
– Bugünlerde feci seferiyim. Hatta dün akşam, Fener’in şampiyonluğunu kutlamak için bizim Bey’i arayan biri, telefonu ben açınca evde olmama çok şaşırdı, o kadar yani.
– Cumartesi havaalanında süper bir heyecan yaşadım. Tamamen şaşkınlıktan. Otelden havaalanına giderken telefonumu transfer aracında oturduğum yerde unutmuşum (Çünkü uyudum). Güvenlik kontrolünden geçerken fark ettim. Allah’tan önümde aynı araçta geldiğim bir bayan vardı da, telefonuyla bir iki arama yapmama müsaade etti (Kızcağız sevgilisi ile telefonda henüz kavga etmiş olmasına rağmen yardımcı oldu. O hiddetle insan herkese domuz gibi de davranabilir. Yine de iyi kızmış. Transfer aracında hepimiz konuşmayı dinlediğimiz ve anladığımız üzere sevgilisi de süper öküzdü. Konuşmayı dinlediğim belli olmayacak olsa, telefonuyla aramaları yaptıktan sonra kıza “Boşver o adamı,” demek isterdim). Derhal oteli arayıp transfer aracının havaalanına geri döndürülmesini başardım. Zaten uçağın kalkışına 50 dakika kala havaalanına varmıştık, telefon yetişecek mi, uçağı kaçıracak mıyım, diye bir onbeş dakika iyi kıvrandım. Bir ara ‘uçak rötar yapsın,’ diye bile dua ettim. Sonuç, telefon geldi, uçak rötar yapmadı, vakitlice eve ulaştım.
– Bir geceliğine asgari ücret kadar para verilen otelin rutubet kokan odasından sonra kendi evimde, yatağımda uyumak güzeldi.
– Emrullah Bey’in öyküsünü hemen hemen tamamladım. Havaalanı paniğinde yazdığım kağıtları kaybettim sanmıştım, kaybetmemişim.
– Kendi popülasyonumda hatırı sayılır bir bilinirlik elde etmişim, toplantıda bunu öğrendim. Mutlu oldum. Tam zamanı olduğunu düşünüp diğer projelerimi de hızlandırmaya karar verdim. Hele birini bir ay içinde filan bitirmeliyim. Bu tempoda nasıl olacak bilmiyorum.
– Giderken “Lezzetli Öyküler” keşke baskıdan çıkmış olsaymış, dedim. N’apalım…Geç olsun da güç olmasın.
– Dolu dolu bir Pazar günü geçirdik.
– Kahvaltıda yumurtalar “yumurta kıvam ayarlayıcı” sayesinde tam kıvamındaydı.
– Öğlene kadar, akşam maça geleceklere hazırlık olsun diye şakşuka ve tavuklu pirinç salatası yaptım. Bloga bir gün şakşukanın domates sosunu anlatan bir yazı koymam gerektiğine, çünkü konunun mühim olduğuna karar verdim.
– Malum bugün yine yol var. Çocuklar ben yokken varlığımı hissetsinler diye, onlara bir tepsi hindistancevizli kurabiye yaptım. Gelen giden yedi ama miktarını iyi yapmışım, hala var.
– Dün akşam hindistancevizli kurabiyeden yiyen çok bilmiş bir misafir ‘Bloga koyacaksan şekli daha düzgün olmalı,’ dedi. Yediğimizin içtiğimizin resmini çekmekten psikopata döndük. ‘Yok, koymayacağım,’ diye cevap verdim ama sonra dayanamadım mutfağa gidip kurabiyelerin fotoğrafını çektim. Bir gün belki hindistancevizli kurabiyeyi yazmak isterim, kim bilir?
– Dün uzun zamandır yapmadığımız bir şey yaptık, pikniğe gittik. Piknik dediysem de “Kendin pişir, kendin ye” gibisinden bir yerdi. Kendimiz de pişirmedik. Pişirip getirdiler, önümüze koydular. Açık hava lokantası işte.
– Piknikte yan masadakiler kalkıp apaçi müziği ile halay çekmeye başlayınca durumumun vahim olduğunu fark ettim. Zaten Türkiye gerçeğinden uzak bir hayat yaşıyorduk doğru ama etraftakilerden rahatsız olduğuma göre durum kötüydü. Derhal patrondan bir hafta kafa izni istemeye karar verdim. Şöyle semt pazarlarını, ev kadını günlerini dolaşmam, varoşlarda turlamam lazım.
– Kafa izni için rasyonel bulmak üzere çalışmalıyım. “Varoşlarda Alzheimer Hastalığı’nın Bilinirliği” üzerine projem var desem, patron için inandırıcı olur mu?
– Fena gelmedi bak şimdi bu “Varoşlarda Alzheimer Hastalığı’nın Bilinirliği” projesi. Üzerine bir sunum hazırlayayım en iyisi. Hatta şu “unutmak” üzerine yazılmış romanları okuma düşüncemi de bu projenin içine yedirebilirsem, kafa iznini bir aya bile uzatabilirim belki.
– Dalga geçiyorum ama Avrupa Birliği Projesi bile olabilir. Alem yapınca oluyor, ben yapınca niye olmasın?
– Hoop, yine uçtum.
– “Unutmak” üzerine yazılmış romanları okumayı öne çekmeye karar verdim. Aklıma gelen ilk üç: Latife Tekin / Unutma Bahçesi, Mehmet Eroğlu / Belleğin Kış Uykusu, Paul Auster / Yazı Odasında Yolculuklar
– Akşam eve dönünce maça hazırlandık. Formalarımızı giydik.
– Giderken ekmek makinesine koyduğum salçalı, sarımsaklı pizza hamuru güzel kabarmıştı. Çocuklara bu yine bir fantezi ürünü olan hamurla pastırmalı pizza yaptım.
– Ben seyahatler yüzünden gündemden kopuğum diye üzülüyordum, benden kopuklar, “püskevit”i bilmeyenler varmış.
– Maç öncesinde YouTube’dan yurdum insanının “Püskevit” üzerine yaratıcı denemelerini maç seyretmeye gelenlerle bir daha seyrettik.
– Korcan golleri yedi yemesine de son beş dakikaya kadar elimiz yüreğimizde maçın bitişini bekledik.
– VEEE…Fener Şampiyon oldu.
– Maç sırasında Twitter’ı takip ederken, Nuri Bilge Ceylan’ın Cannes’da Büyük Ödülü paylaştığını öğrendim.
– Ben de evde hararetle maçı seyretmekte olanlarla bu bilgiyi paylaştım. Zannedersem pek ilgilenmediler. Seyrederken eminim uzun sessizlikler, duruk planlar sebebi ile sıkılacağım, sonunda yine “ben bu filmi neden anlamadım?” hissine boğulacağım, biliyorum ama yine de filmi merak ettim.
– Filmi seyretsem bile yorumları seyretmeyeyim. Çok bilen insanların konuşmaları kendimi yetersiz hissetmeme sebep oluyor.
– Yatarken ev darmadağınıktı, sabah kalkınca 45 dakika ev ve mutfak topladım.
– Artık kalkmalı ve çantamı toplamalıyım. Tipik İstanbul yaşayanı olarak 14:00’deki Barcelona uçağı için 11:00 de evden çıkmalıyım. Ne olmaz, ne olmaz. Pasaportumu almayı unutmayayım da…