Etiketler
boncuğu, fındık, istanbul akşam trafiği, kağıt helva, muz, nazar, simitçi, su, şarj aleti
Şaka gibiydi. Barcelona’dan 3,5 saatte gel, havaalanından 3 saatte eve zor ulaş. Yıllar önce bir kere daha olmuştu benzer bir şey, o zaman üniversitedeydim. Zamana, yakılan benzine yazık, vallahi. Böyle durumlarda insanın aklı öbür yol alternatifinde kalıyor. Oranın da daha iyi durumda olmadığı bilinse de bir “belki” hep kafada dönüp duruyor.
Sıkışan trafikte aralarda dolaşanlarsa yıllar içinde pek de değişmemiş. Bir iki yenilik var ama temelde aynılar. Sucular ve simitçiler, herhalde İstanbul trafiğinde her iki köprü yolunun vazgeçilmezleri. Vazgeçilmezler listesinin üç numarasında kağıt helvacılar var. Dün önümde, yan şeritteki bir kadın altı tane filan aldı. Herhalde götüreceği çocuk var, diye düşündüm. Kısa bir an, evdekilere ben de alayım, diye geçirdim içimden, sonra çocukken kendimin pek de sevmediğimi hatırlayıp vazgeçtim. Çocuklar severdi belki.
Şimdi defterime bakıyorum. Malum trafik ağır aktığından ve biraz da can sıkıntısından defterime yazabildim satıcıları. Listenin başında “Nazarı Kurtarın. Kemik Erimesi” yazıyor. Yolda ilk önüme çıkan anne oğlun elinde pvc kaplı bir kağıtta böyle yazıyordu. Oğul önde, anne arkada ve hafif yanda, yanlarından ağır ağır geçen arabalarla ilgilenmeksizin gözleri uzak bir noktaya dikili duruyorlardı. Dilimin ucuna geliyor söylememeliyim ama dayanamayacağım. Bayağı çalışılmış bir bakış ve duruştu bu. Film karesinden çıkmış gibiler. Yine de inanıyorum Nazar’ın varlığına. Ancak bir taraftan da biliyorum ki, orada arabamı ana-oğula bıraksam, Nazar için çok bir şey değişmeyecek. Keşke diyorum içimden, adını Nazar koymasalarmış. Keşke nazar boncuğu gibi kemikler dağılmaya müsait olmasaymış.
Şarj aletçiler evrim geçirmiş. Eskiden ellerinden kordonlar sarkarak dolaşırlardı, şimdi kare bir tabla üzerindeki oyuklara yerleştirilmiş çakmak tipi telefon şarj aletleri satıyorlar.
Sıkışık trafik satıcılarında iki yenilik gözüme çarptı. Muz ve fındık. Muz ve fındığı tek başına veya su ile birlikte satıyorlar. Su ile birlikte satılması daha mantıklı geldi. Sonuçta ikisi de yedikten sonra inasanı tıkayan, susatan şeyler. Bu arada küçük paketlerde fındık 1 TL idi.
En eğlenceliler burnunun ucundaki düğmeyi kurunca kaş ve bıyık oynatan gözlük satan baba oğuldu. Orada olmaktan rahatsız değillerdi sanki ve oğlan gayet eğleniyor gibi görünüyordu.
Köprüye yaklaştıkça havada köpükler uçuşmaya başladı. Bir yerden birileri bir yerden deterjanlı suyla köpük yapıyordu ama kesinlikle bu bizim çocukluğumuzdaki gibi mandalın deliğine üfleyerek değildi, bu belliydi, yoksa bu kadar çok köpük üretmek için körük gibi ciğer lazımdı. Sonunda önümdeki kamyonetin ardından çıkan adamın elinde su tabancası benzeri plastik oyuncağı gördüm. Bundan da çocuklara almaya yeltendim, sonra yine vazgeçtim. Sabırla balkonda mandaldan köpük çıkartmayı göstermek daha güzel geldi. Anneannemin kayıkhane üstündeki evinin mutfak balkonunda dayımla mandala üfleyişlerimizi hatırladım.
Köprüyü geçtim ama yol yine açılmadı. Sonrasında eve ulaşmam neredeyse bir saatimi aldı. Hadi ben neyse bir gün katlandım bu işkenceye. Her gün aynı eziyeti çekenleri düşündüm. Allah onlara güç kuvvet ve sabır versin, ne diyeyim.
Tesadufen gordum blogunuzu. Gorur gormez takibe aldim. Her sabah ise gelince ilk firsatta gunun yazisini okuyorum zevkle. Tesekkurler.
Şimdi bir de kitabım çıktı. Az evvel onu koydum bloga. Takip için teşekkürler.