Etiketler

, , , , , , ,


Saatler’i seyretmiş miydiniz? Peki, Saatler’i okumuş muydunuz? Hangisini önce yapmıştınız? Ben önce filmi seyretmiş, Nicole Kidman’ın Virginia Woolf olarak performansına hayran kalmış sonra daha fazlasını bulacağımdan emin şekilde kitabı okumuştum. Kitaptan filmden aldığımdan çok farklı bir zevk almıştım.

Gece İnerken’i okurken aklımın bir köşesinde hep bu vardı. Acaba Saatler’i okurken keyif almamın sebebi  acaba her zaman olduğunun aksine önce filmi seyretmiş olmam mıydı? Acaba Gece İnerken’i okumak da, filmi yapılsa, filmini seyrettikten sonra daha mı iyi olurdu? Aslına bakılacak olursa Gece İnerken ile Saatler çok farklı kitaplar ve bana Gece İnerken’den pek film olmazmış gibi geldi. Konu olarak en az Saatler kadar ilgi çekici olsa da dili, kurgusu  Saatler’den başkaydı. Gece İnerken’i Saatlerle karşılaştırmayı bırakmalıydım belki de. Eğer kitaplarım tuvalete tıkılı kalmış olmasalardı, Saatler’i bulup şöyle bir bölüm filan yeniden okuyabilseydim çok iyi olacaktı.

Gece İnerken’de anlatı orta yaşlı, sanat galerisi sahibi Peter üzerinden ilerliyor. Peter, kendisinden çok farklı bir ortamda yetişmiş, orta çaplı ancak mali sıkıntıları olan bir sanat dergisinin editörü Rebecca ile evlidir ve Manhattan’da yaşamaktadırlar. Peter ve Rebecca, orta yaşlara gelmiş, çocuğunu büyütmüş bir çiftin sıradan evlilik yaşantısını sürdürmektedirler. Çiftin kızları Bea, adeta onlardan, hatta aslında Peter’dan kaçmış, evden uzakta, her ne kadar ebeveynlerine sorulacak olsa aksini iddia edecekleri, kendisinden beklendiği gibi sıradan bir yaşam sürmektedir. Peter ağabeyi eşcinsel, parıltılı Matthew’un gölgesi altında büyürken Rebecca, Peter’ın büyüdüğü düzenli evin, kuralcı anne-babanın aksine bir yanı kalk gidelim, öbür yanı halt yeme otur diyen bir evde, nevi şahsına münhasır anne-baba ile birlikte üç kız kardeş olarak büyümüş, kardeşi Ethan’ın doğumuyla (Mizzy) hayatları farklı bir anlam kazanmıştır.

Japonya’da bir süre takılıp günlerce bir bahçeye bakarak oturan uyuşturucu bağımlısı Mizzy’nin evlerinde yaşamak üzere gelmesiyle Peter ve Rebecca’nın hayatları değişir.

Kitabı okurken sanat galerisi Peter’ın sayesinde New York sanat çevreleri hakkında bilgi edinir, bazı galerilerin neden para eden sanatçıları elde tutmaları gerektiği konusunda ders alır, sanatın bir başka insanın derinliklerine atılacak bir bakış olduğunu öğrenir, eğer çok paramız olursa edineceğimiz sanat eserlerinin zenginliğimizin tescilli temsilcisi olacakları konusunda bilgi sahibi oluruz. Keçi ayaklı, boynuzlu ve pan flüt çalan Mizzy ile Peter arasında geçenler bize şu soruyu sordurur: “İnsan heteroseksüelliğinden ne kadar emin olabilir?”

Romanın dili konusuna gelecek olursak, sık sık karşınıza çıkacak parantez içi açıklamalara, mide taklalanması, kahvenin demlenmesi gibi acayip tabirlere fazla takılmayın derim. Püren Özgören, bildiğimiz ve tanıdığımız, deneyimli bir çevirmen ve bence iyi bir iş çıkarmış.  Eserin baştaki insanı rahatsız eden anlatımı ilerleyen bölümlerde düzeliyor ya da biz alışıyoruz. Sonuçta farklı bir konu ve anlatım. Bence denemeye değer.