Hanımların dikkatine; overlok makinesi, ayağınıza geldi. Halı, kilim, yolluk, paspas kenarına, halıfleks kenarına overlok çekilir. Beş dakikada yapılır, hemen teslim edilir.
Bu satırlar size bir şey ifade ediyor mu, bilemem. Benim için yakın zamana kadar genelde Pazar günleri bizim sokaklardan geçen bir kamyonetten gelen, kulak tırmalayan, ardı ardına tekrarlayan monoton bir kadın sesinden başka bir şey değildi. Hatta bir ara bizim oğlan takmıştı kafaya sorardı, “Anne, overlok ne?” diye. Her Pazar her Pazar asabımı bozardı bu iyiniyetli olmaya kararlı kadın sesi. Bir de ömrüm boyunca evde halılara sinir olduğum, evimizde minimum miktarda halı ile yaşadığımız düşünülecek olursa, bu duyurunun her tekrarında sinirlerimi biraz daha neden yukarıya zıplattığı gayet kolaylıkla anlaşılabilir.
Bir gün annemin evindeki eski, yeşil bir halıfleks halının parçalanıp da evin bilumum yerlerine paspas niyetine serpiştirildiğini görene kadar bu kamyonetin bir işe yaradığını da hiç düşünmemiştim. Demek ki Erenköy’den de geçiyordu bu kamyonet. Hangi gün halıyı kestirdi de overlok çektirdi, sormadım.
Oysa Seray Şahiner’in öykülerinde ‘overlok kamyoneti’ Samatya civarından Pazar günleri geçmiyor. Bunu ilk öykü olan Ceylan Yürüyüşü öyküsünden anlıyoruz. İlk öyküde Reyhan Hanım, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin eşsiz hizmetlerinden biri olan sahilyolundaki açık hava spor salonunda sporunu yapmış evine dönüyor. İkinci öykü Fesleğen’de Sibel, Mehmet’e olan kronik ve iflah olmaz aşkıyla evi dip köşe temizleyip, masaya dizdiği mezeleri sonunda kendi kendine yiyip, bir küçük şişe rakıyı dipliyor. Sonra Promosyon Kuralları’nda Mehmet’in hayatındaki birinci kadın olan Ayşe’yle tanışıyoruz. Bikini Bölgesi’nde Sibel’in ev arkadaşı olan Nergis ağdacıda bir kaybeden olmanın hesabını görüyor. Dumansız Hava Sahası’nda Sibel ve Nergis’in üçüncü ev arkadaşları olan Elif İngiltere’den dönüyor. Pencere Kenarı’nda Mehmet’in kendisini aldattığından emin olan Ayşe, Mehmet’in kaç kişiyle yatıp kalktığını bilememekten ötürü içine düştüğü cinsel yolla bulaşan hastalık çıkmazından kurtulmanın yollarını Kızılay Kan Bağışı Merkezi’nde formdaki sorulara cevap verirken arıyor. Pamuk Prenses ve Avcı ise son öykü öncesinde “Bakalım İşin Özü Neydi?” tadında bir özet geçiş aslında. Kısa Metraj Rüyalar Limited Şirketi’nde gün sonunda üç arkadaşın, Sibel, Nergis ve Elif’in evde bir araya gelişlerini, Elif’in altı ay önce ansızın çekip gidişinin ardındaki sebepleri öğreniyor, kızların erkeklere karşı zoraki direnç gösterme çabalarına şahit oluyoruz.
İlk öykü, diğerleriyle sadece overlok kamyoneti ve ikinci öyküyle paylaştığı birinci paragrafla bağlantılı. Onun dışında aslında Türkan Şoray ve Cüneyt Arkın’ın başrollerini oynadığı “Sürtük” filminden repliklerle araya simler atılan bu öykü diğerlerinden bence daha ihtişamlı olmasına rağmen başta anlatılıvermiş ve adeta bir kenara atılmış. Reyhan Hanım’ın hikayesini çok sevdiğimden midir, yoksa diğer öykülerdeki dört kadınla ömür boyu hiç işim olmayacağından mıdır bilinmez, ilk öyküye haksızlık yapılmış olduğunu düşündüm. Reyhan Hanım’la şöyle bir karşılıklı kahve içmeyi, dertleşmeyi isterdim. Diğer dört kadından ikisinin, Ayşe ile Sibel’in işe yaramaz, kendini bir halt sanan, salağın önde gideni Mehmet’in, kızların içinde belki en karizmatik olanı Nergis’in burnu havada, okuduğu kitabı kendisine tercih eden doktor Cihan’ın, karakterler içinde en güçlü olanı Elif’in kart zampara Sait’in peşinden helak olmaları bende onları kendilerine gelmeleri için şöyle bir sarsalama isteği uyandırdı.
Bu öyküleri okuduktan sonra ‘overlok kamyoneti’nin anonsu kulaklarına defalarca dolmuş biri olarak Seray Şahiner’in öykülerine konu olmaktan bir nebze Samatya’ya uzakta olmamdan dolayı kurtulduğumu düşündüm. Sonra zaten bizim evde tül perde olmadığını, bu sebepten onları yıkadıktan sonra buruşuklukları açılsın diye ıslak ıslak asmadığımızı, olsa ve yapsak bile saksıda fesleğenimiz olmadığı için saksıdaki toprağın rüzgarla hareket eden ıslak perde uçlarına bulaşamayacağını fark ettim, ferhaladım.
Seray Şahiner’in öyküleri ile ilk tanışmamdı. Kendisine yaşından ötürü ‘genç öykücü’ deniyormuş. oysa anlatı dili ve tekniğiyle oldukça olgun bir yazar olduğu belli. Gelin Başı’nı okumamıştım. Okuma listeme aldım. Artık ne zaman kısmet olursa.