Etiketler

, , ,


Geçen yıl Haziran ayında Buenos Aires’teyken boş bulduğum bir vakitte tesadüfen Robert Mapplethorpe’un sergisine Malba’da denk geldim. Malba’ya gidişimin asıl sebebi burada Frida Kahlo’nun sürekli sergilendiği bir bölümün olması, hatta o ünlü omzunda maymunlu resminin burada bulunuyor olması idi. Gittiğimde Robert Mapplethorpe’un kapsamlı bir sergisinin de bulunduğunu gördüm. Bir yerlerden Robert Mapplethorpe’un aykırı fotoğraf sanatına çok yabancı olmasam da yine de hakkında çok da fazla bir şey bilmiyordum. Bir de Patti Smith’le kadim dostluğu vardı bildiklerimin arasında.

Sergi çok güzeldi. Temelde iki bölümden oluşuyordu. Birincisi portrelerdi ve bu portreler arasında kimler yoktu ki! Portrelerin assolisti Patti Smith idi. İkinci bölüm ise ana salondan kısmen ayrılmış ikinci bir böşümde sergileniyordu ve girişinde yaş sınırlaması olduğu belirtilip ziyaretçiler içerideki rahatsız edici olabilecek görüntüler konusunda uyarılıyordu. Bu kısım Robert Mapplethorpe’un açığa vurmakta oldukça zorlandığı iç dünyasının sınırsız bir yansımasından oluşuyordu. Serginin her iki kısmı da etkileyiciydi.

Geçtiğimiz yılın Aralık ayında Domingo Yayınları Patti Smith’in kaleminden Çoluk Çocuk’u yayınladı. Çıkar çıkmaz, büyük bir merakla aldım almasına da okumak ancak şimdiye kısmet oldu.

(Hadi şimdi aşağıdaki linke tıklayıp öyle devam edin okumaya. Kitabın ruhu için Patti’den kült şarkı. Piss Factory.)

Bu kitap, iki küçük yıldızın büyüyerek her birinin bir galaksiye dönüşmesini anlatıyor.

Patti ve Smith farklı yerlerde, aynı yıl, birkaç ay ara ile yapı olarak biribirinden çok farklı ailelerin çocukları olarak dünyaya gelirler. Her ikisi de her ne kadar farkında değil görünseler de başından beri içten içe ne yapmak istediklerini, daha doğrusu ne yapmak istemediklerini bilirler.

Bu iki çocuk, yapmak istemedikleri şeyleri yapmamak için mümkün olduğunca en kısa zamanda soluğu New York’ta alırlar. Her ikisi de bir şekilde ayrı ayrı hayatta kalma mücadelesi vermektdirler. Coltraine’in öldüğü yaz karşılaşırlar ve uzun bir süre ayrılmadan hayat ve sanat mücadelesini birlikte verirler. Sefaleti birlikte göğüsler, , birlikte yaşamaya başladıktan sonra artık yapmak istedikleri şeyleri gerçekleştirmek için birbirlerine  güç verip destek olurlar. Bir nevi kardeş, bir nevi sevgili hayatıdır onlarınki. Bile isteye kaderlerini birbirlerine kayıtsız şartsız düğümlerler. Birlikte sefaletin en dibine vurur, en dipten yukarı doğru elele çıkarlar.

Bu yolculuk sırasında şair olmak isteyen ama Robert’ın etkisiyle çizimler yapan Patti içindeki şarkıcıyı, kolyeler tasarlayıp, farklı kolajlar ve çizimler üreten Robert ise fotoğraf sanatçısını keşfeder.

Onların varoluşlarını okurken bir yandan da oradan buradan tanıdığımız, belki hayranı olduklarımızı da satır aralarında görmek ayrı bir mutluluk veriyor insana. Kimler yok ki bu kitapta…Robert’ın hem idol olarak belleyip hem de nefret ettiği Andy Warhol, beat kuşağının temsilcileri Allen Gingsberg, William S. Burroughs, Jimi Hendrix, Janis Joplin, Patti’nin yoğun hayranlık duyduğu Rimbaud ve diğerleri.

(Patti Smith &William S. Burroughs)

Aşkın saflığını, arada cinsellik olmasa bile olabileceğini anlatan bir kitap bu. Belki de uzun birliktelik sonrasında yolları ayrılan bu iki kişiden Patti’nin, birliktelikleri sırasında eşcinselliğini keşfedip, sonrasında AIDS’ten ölen Robert’tan hiç ayrılamamış olmasının hikayesi. Belki de küçük mavi yıldız ile siyah ve gümüş renkli ipliklerle tutturulmuş ve üstüne Arapça yazılar işli, iki mor plakadan oluşan, Michelangelo seven delikanlının Patti’ye hediye ettiği kolyenin hikayesi.

Kitabın sonunda Patti yazdığı bu kitap için şöyle diyor:

“Robert hakkında, bizim hakkımızda yazabileceğim daha pek çok hikaye var. Ancak anlattığım hikaye bu. Anlatmamı istediği hikaye bu. Sözümü tuttum. Dünyanın kara ormanına dalan Hansel ve Gretel gibiydik. Asla hayal edemeyeceğimiz cazibelerin, cadıların ve iblislerin yanı sıra ancak bir kısmını hayal ettiğimiz ihtişamlarla karşılaştık. Bu iki genç adına ne kimse konuşabilir, ne de birlikte geçirdikleri günler ve geceler hakkında doğruyu söyleyebilir. Bunu sadece Robert ile ben anlatabiliriz. Onun deyişiyle bu bizim hikayemiz. Ve o gittiği için, bunu size anlatma görevini bana bıraktı.”

(Robert Mapplethorpe orkideleri daha çok severmiş ama onun objektifinden bu anemon bu kitaba daha uygun geldi bana)

Robert Mapplethorpe’un gözünden dünyaya biraz bakabilmek için:http://www.mapplethorpe.org/portfolios/