Etiketler

, , , , , , , ,


Kitabın alt başlığı “Dokuz Öykülü Bir Roman.”

Arka Kapak yazısı şöyle başlıyor:

Öykülerin içindeki öykülerin içindeki öyküler. Birinin nerede bitip diğerinin nerede başladığı asla anlaşılmıyor. Aslında hepsi iç içe geçiyor. Sadece kitaplarda belirgin olarak birbirlerinden ayrı duruyorlar.

Meraklı bir okuma vaat eden bir başlangıç oluyor bu.

İlk öykünü adı “Sesler.” Bu öykünü kahramanı Ebling bir bilgisayar teknisyenidir. Uzun zaman direnmiş sonunda bir cep telefonu edinmiştir. Tuhaf bir şeyler olmakta birileri sürekli Ebling’in telefonundan Ralf adlı birini aramaktadır. Ralf arayan trafiğine bakılacak olursa oldukça meşgul biridir ve kadınlar tarafından oldukça talep görmektedir. Öyle ki Ebling zaman zaman telefonunu kapatmak zorunda kalır. Bir zaman sonra Ebling, telefon konuşmalarında Ralf’miş gibi davranır, öyle ki bir kadına Ralf adına gitmeyeceği bir randevu bile verir. Sonra aramalar bıçakla kesilir gibi susar, ancak Ebling aranmayı bekler ama artık kimse onu aramaz.

İkinci öykü “Tehlikede”, tuhaf yazar Leo Richter ile bir şekilde bir araya geldiği doktor Elisabeth’in bir seyahat öyküsüdür.

Üçüncü öykü “Rosalie Ölmeye Gidiyor” da pankreas kanseri olan Rosalie’nin İsviçre’de bir ötenazi merkezine gidişini okuruz. Rosalie aslında bir öykü kahramanıdır ve yazarı ile yaşamı üzerine sıkı bir pazarlığa tutuşur.

Dördüncü Öykü olan “Çıkış Yolu”  bir televizyon yıldızı olan Ralf Tanner’ın gerçeklikten kurgusala giden yoludur.

Beşinci öykü “Doğu”da yeteneği tescilli, bir kurgu ustasının gerçeklik içinde acımasızca kayboluşu anlatılır.

Altıncı öykü “Başrahibeye Yanıt”, belki de benim en sevdiğim öyküydü. Bunun muhtemel sebebi artık bizde de yerli versiyonları olan kişisel gelişim, yaşam koçluğu kitaplarına karşı duyduğum ezeli garezdi sanırım. Bu öyküde  her zaman dediğim gibi aslında kelin kendi kafasına sürecek merhemi olmadığı görülmektedir.

Yedinci öykü “Foruma Yazılan Bir Mesaj,” da konu günümüzün internet, forumlar, sosyal ağların kişilerde yarattığı bağımlılık, bu sanal ortamların asosyallikten nasıl beslendiğidir.

Sekizinci öykü “Nasıl Yalan Söyleyip Öldüm” sıradan bir adamın yaşamının birbiri ardı sıra gelen yalanlarla nasıl ikiye bölündüğünün öyküsüdür.

Dokuzuncu öyküyü siz okuyun, öğrenin.

Sakın alt başlığa aldanıp roman filan okuyacağınız zannetmeyin. Bunlar düpedüz sıkı öyküler. Hepsi çok başarılı. Yazar, bir şekilde öyküler arasında amacına yönelik köprüler kurmuş ama bunlar bir öyküde anlatılanın diğerinde devamını sağlamak için değil, bize sadece şu soruyu sordurmak için: “Kurgu gerçek midir, gerçek kurgu mudur?” ya da “Kurgu nerede biter, gerçek nerede başlar?” veya “Gerçek nerede biter, kurgu nerede başlar?”  Dahası “Gerçekliğinden emin olduklarımız ne kadar gerçektir?”

Kendisini bu kitabıyla yeni tanıdığım Daniel Kehlmann, nispeten genç ama deneyimli bir yazar. Takip edilecekler listemde yerini aldı.