Etiketler

, , , , , , , , , , , ,


 Çocukları bırakmak için haftasonunda yazlığa, anneme gittik. Çocuklardan ayrı kalmak hiç istemediğimiz bir şey ama mecburiyetten böyle olması gerekti. Önümüzdeki hafta benim beş günlük bir seyahatim var, normalde böyle durumlarda annem yardımımıza koşuyor. Ancak yaz dönemindeyiz, annem yazlıkta. Bir seçenek annemi İstanbul’a çağırmaktı ama hem anneme hem de çocuklara kıyamadık.. İstanbul’da sıcaklarda harap olmalarına gönlümüz el vermedi. Şimdi çocuklar on beş gün Güre’de, yazlıkta, annemin yanında kalacaklar.

Güre, Ayvalık – Çanakkale hattında nispeten az bilinen, popülerliği düşük olan bir bölge. Öncesinde Akçay, sonrasında da Altınoluk var. Bizim evimiz Güre’nin de dışında. Az kaldı, tam lokalizasyonu vereceğim.

Annem yıllarca bir yazlık sahibi olmayı hiç de çekici bulmadı. Ne zaman ki, Kem doğdu ve biz teyzemin Burhaniye’deki yazlığına her yıl aboneliğe başladık, annem bir yazlık edinme vaktinin geldiğini idrak etti. Teyzem site içindeki evini sattı, annemle ikisi bir bahçe içinde ikiz ev aldılar. Tamamen kendi başlarına buyruk olmak için site içinde bir yer edinmeye oldum olası yanaşmadılar.

Normal şartlarda bahçeleri ayrı olması gerekirken her iki evin bahçesini de ortak kullanıyorlar. Teyzemlerin tarafı tarla, annemin tarafı ise çimenlik,. Bizim akşamları oturma, sohbet mekanımız. Çayır çimen, çoluk çocuk yayılıyoruz. Küçük ama olsun. Güzel ve bizim.

Bazı seneler tarlanın ürünü öyle bereketli oluyor ki, komşular bile sebzeye doyuyorlar, özellikle de domatese. Hepsi organik. Bu yıl meyve ağaçları da ürün vermeye başlamış, sabah kahvaltıda kendi meyvelerimizden reçeller yedik.

 

 

 

 

 

 

 

                                                                                                                 

 

Evin duvarının boş tarafında yıllardır sazlık bir arsa vardı. Sahipsiz. Bu yıl sahibi çıkmış, bizimkiler de izin alıp yayılmışlar oraya. Teyzemin bahçesinin üç katı büyüklüğünde bir bahçeleri daha olmuş.

Elbette bahçe işiyle gönüllü uğraşan ve bundan muazzam zevk alan biri var, eniştem. Yan tarafta, evin duvarları dışında ilave alana sahip olunca yıllardır kurduğu hayali gerçekleştirmiş. Bir kümes ve tavuklar.

Bu yılyazlığa giderken çocuklar dahil tavuklar yüzünden merak içindeydik. Ben biraz da acaba seneye de bizi yazlıkta bir inek karşılar mı, diye düşünmekteydim ki, gidince düşüncemin hiç de yersiz olmadığını, eniştemin teyzem ve annemden yüz bulmuş olsa bir ineği çoktan oraya bağlamış olacağını öğrendim. İki kız kardeş, yerinde müdahale ile sadece tavuklarla durumu kurtarmışlar anlaşılan.

 

 

 

 (Defi hergün kümesten elleriyle yumurta toplayıp bize getirdi)

 

 

Akşam yemeğinden sonra çimenlikte otururken tavuk konusu açıldı. Kimin neyi söylediği önemli değil, okuyun. Konunun içinde yaklaşık alt yedi kişi var, yani konuşma iki kişi arasında geçmiyor. Yorumsuz aktarıyorum.

–         Şimdi kaç tavuk var?

–         On.

–         Kaç yumurta veriyor?

–         Bazen dört bazen altı. (Kısık sesle) Sekiz verdikleri de oldu.

–         Neden kısık sesle konuşuyorsun?

–         Nazar değmesin diye?

–         Neye? Yumurtalarımıza.

–         Eee, n’apıyorsunuz o kadar yumurtayı üç kişi?

–         Gut olursunuz maazallah.

–         Kışa makarna yaptık.

–         Az değil mi on tavuğa sekiz yumurta.

–         Biri kuluçkada.

–         Hani horoz yoktu!

–         Nasıl yani, horozsuz mu oluyordu yumurtalar?

–         Evet…

–         ?!?

–         Kafası karıştı.

–         Evet aklım karıştı. Biri yumurtalar horozsuz oluyordu diyor, diğeri horoz yoksa nasıl kuluçkaya yattı diye soruyor.

–         Eşeysiz üreme.

–         Hı?

–         Tavukların yumurtlaması için horoza gerek yok.

–         Hadi ya!

–         Kadınların her ay kendi kendilerine boş yumurtlaması gibi tavuklar da yumurtluyor.

–         Hiç böyle düşünmemiştim.

–         Horoz yoksa bunlar döllenmemiş yumurtalar oluyor, biz yiyoruz.

–         Iııyğğ..içim bi tuhaf oldu.

–         Bunlardan biri horoz olsaydı mesela, dokuz tavuğa bir horoz mu olacaktı?

–         Evet.

–         Ne saltanat be! Tavuklar sıraya girerdi.

–         Süleyman’ın haremi gibi.

–         Eee..şimdi bu salak tavuk civciv olmayacak yumurtaların mı üstüne yatıyor?

–         Hayır.

–         Ee..hani bu yumurtalar civciv çıkmazdı?

–         Enişten horozlu kümesten yumurta aldı. (Kimse zan altında kalmasın, eniştem orada olmayanlarla birlikte en az on kişinin eniştesi)

–         Nasıl?

–         Kendi yumurtalarıyla köylülerden değiş tokuş yaptı.

–         Ondan sonra tavuk birkaç kümesten alınan sekiz yumurtanın üstüne yattı.

–         Bir çeşit kiralık gönüllü anne. Feci doğurası gelmiş.

–         O zaman mazonların çocıkları olacak.

–         Belki de civcivlerden biri erkek olur.

–         Olabilir.

–         Civcivlerden biri erkek olursa ne olacak?

–         Kümesin horozu olacak.

–         O zaman sadece tavuk değil, civciv de üretirsiniz.

–         Tuhaf bir ilişkiler yumağının kokusunu alıyorum. Süleyman’ın hareminden de karışık.

–         Hiç de tuhaf değil, herkes farklı kümesten gelme, anne de çakma anne olduğu için sorun yok.

–         Bu kümes küçük gelmeyecek mi o zaman? Sekiz civciv olursa mevcut olanlarla birlikte kümes ahalisinin sayısı onsekiz olacak.

–         Olsunlar da düşünülür ne yapılacağı.

–         Makarna dendi de benim canım makarna çekti.

–         Valla ne güzel olurdu şimdi şöyle peynirli taze ev makarnası.

–         Benim de canım istedi.

–         Bu saatte genelde çorbacıya gidilip çorba içilir ya neyse…

–         Ne olacak biz de makarna yeriz.

–         Yiyelim valla…

 

Söylemeye gerek yok, yedik. Saat gece bire geliyordu, annelerimizin ve tavukların emeği, mis gibi ev makarnası haşladık, üstüne de peynir koyduk ve afiyetle yedik.

Sabah da Ayvalık zeytinyağına yumurta kırdık, ekşi mayalı ekmeğimizi bandık.

Sonra da Pazar günü Topçular’da uzun bir feribot kuyruğunda bekleyip karı-koca eve döndük.

On gün sonra çocukları almaya gideceğiz. Canınız çektiyse bu sefer de sizin için yumurtamıza ekmek banarız.