Yazılar birikti. Öyle çok şeyim var ki yazacak. Bunun tek bir karşılığı var, dolu dolu yaşıyorum demek ki. Kendimce. Aklımda başka başka yapacak çok şey var. Öyle çoklar ki sıraya koymakta güçlük çekiyorum. Arada bu tempoda yorgun düşüp umutsuzluğa kapıldığımda bazen geçmişten anılar çekiyorum. Mesela bir kış günü öğleden sonrasında anneannemin evinde portakal kokulu kurabiye kokusuna uyanışımı hatırlıyorum.
Hayat…nazar değmesin, benim için güzel geçiyor. Elbet bunun için çok çalıştım ve çalışmaya devam ediyorum ama sürekli olarak da hayatın isterse saniyeler içinde bana karşı acımasız bir yüz takınıp günlerimi cehenneme çevirebileceğini de biliyorum.
Dün on üç ocağa kor ateş düştü. On üç genç insan öldü. Yıllar içinde ölen binlercesinin yanına yazılacak, üç gün sonra unutulacak on üç isim eklendi. Üzüldük ama gece yattık ve mışıl mışıl uyuduk. Bize değmedi sonuçta o ateş. Sabaha, her zamanki sıradan günlerimizden birine uyandık. Onların sevenleri uyumadılar. Az önce şehitlerin isim listesine baktım. Hepsi Anadolu’nun dört bir yanından. Dün geceden beri düşünüyorum ve bulamıyorum. Neden hiç Erenköy Galippaşa veya Teşvikiye Camii’nden kalkan cenaze hatırlamıyorum?
Bunun yanıtını, her ne kadar tarzını çok sevmesem de, Perihan Mağden yıllar önce vermişti. Yanlış hatırlamıyorsam şöyle bir şey demişti: “Benim oğlum olsa elbet 18 yaşında askere değil üniversiteye gidecek, sonra yurtdışında master yapacak, bir süre oralarda çalışacak…filan”. Devamını ben getireyim, sonra ya bedelli yapacak ya da yaşı karta kaçacak, artık komando olamayacak. Eğer birileri ölecekse garibanın çocuğu ölecek. Bakın bir tane ama bir tane Türkiye’nin önemli şahsiyetlerinden, iş adamlarından, bürokratlarından kimsenin şehidini hatırlıyor muyuz? Ben hatırlamıyorum.
Belki Perihan Mağden usulü koruyabiliriz çocuklarımızı teröre kurban olmaktan ama ya daha o yaşa gelmeden, şehrin göbeğinde çocuğumuzun okul servisi kırmızı ışıkta beklerken bir canlı bomba normal bir insan gibi karşıdan karşıya geçerken kendini havaya uçurmaya kalkarsa koruyabilecek miyiz acaba o çok kıymetlilerimizi…Sanmıyorum.
Dün akşam insanlar evlerinde yurtlarında gidenlerinin ardından ağıt yakarken her zamanki yaşamımıza devam ettik. Güldük eğlendik. Onlar ağladılar, ağlıyorlar. Ne kadar o acıyı anlamaya çalışırsak çalışalım, olmaz. O acı tahminimce yaşanmadan bilinmez. Dilerim kimse yaşamasaydı, bir daha da yaşamasın.
Neredeyse ben kendimi bildim bileli var olan bu sorun çözülmezse unutmayalım ki bir gün hiç beklemediğimiz bir anda bizim de canımız yanabilir. İki çocuğu olan bir anne olarak bu ihtimali akla getirmek bile yeterince tüyler ürpertici ama olabilir. İşte o zaman ben artık insan olur muyum, bilemiyorum.
Ben tv da bu tür haberleri gördüğümde artık başım ağrıyor, çünkü çözüm için birşeyler yapılmıyor.Sanki ölenler bu vatanın evladı değil,akan kan bizim kanımız değil!
Düşünüyorum tarihi destanlarla dolu şanlı Türk ordusu bu teröristleri nasıl alt edemiyor, cevap bulamıyorum.O kadar çok taviz verildi ve o kadar çok yanlış adımlar atıldı ki çözüleceğine de insanın inancı kalmıyor.Artık ksır bir döngüye girdik bugün üzülür yarın unuturuz.Her olayda olduğu gibi…
portakallı hiç birşeyi sevmem ama bu yazının özünde ve bugün içinde bulunduğum ruh halinde üstelik 2olik bir erkek.. istanbulu alt üst dolanan asla koruyamayacağım kadar hareketli korumaya kalksam özgürlüğün hapse çevirmekten korktuğum bu nedenle elleşemediğim bir ergen annesi.. can değeri bilen üstelik kadın olarak bu iç sıkıntısından uzağa .. yıllar öncesine.. portakal kokulu bir evde öğle uykusu sonrası yatakta gerinme ve hayallenme zamanına kaçmak istedim..
sevgiler sana..
atalet