Etiketler
Kalkmalıyım, diye düşündü. Yatmaya devam etti. Hep böyle olurdu zaten. Şimdiye kadar ‘yapmalıyım’ dediklerinin yarısının yarısını yapmış olsaydı şimdi burada yatmayacak, dolayısıyla da kalkması gerekmeyecekti. Sanki bir zamanlar elinde iyi cinsten, kışın kar altında kalsa üşütmeyecek bir kumaş varmış da, özene bezen biçmiş ama sonra iş dikmeye gelince ne olduysa içinden gelmemişti. Elindeki kumaş parçalarını teğel iplikleriyle tutturup geçirmişti üzerine. Uzun zamandır üstündekinin iğreti durduğunu, temiz, iyi bir dikiş istediğini biliyordu. Aksi takdirde bir gün ince teğel dikişleri birbiri ardına sökülecek olursa hiç beklenmedik bir zamanda, ortalık yerde cascavalak kalacaktı.
*
Sabah çıkarken kapıdan sormuştu, bugün dışarı çıkmayı düşünüyor muydu? Evet, belki. O zaman tuhafiyeciye uğrar mıydı? Çıkarsa uğrardı, ne lazımdı? İğne alabilir miydi? Bir pakette boy boy olanlardan. Sarı uçlular iyiydi. Nereden çıktı bu iğne, neye lazım diye sormadı. Alacak mıydı, yoksa dönüşte yolu uzatması gerekecekti? Bir sessizlik olmuştu, nedensiz. Kızının sesi bozdu sessizliği. Hava güneşliydi, şapka takmak zorunda mıydı? Aldanmamak lazımdı bu güneşe, hasından eşek donduran güneşiydi. Tamam, çıkar alırdı. İyi olurdu, elden geçecek bir iki ufak sökük vardı. Babasının neyi vardı? Hiç canım, biraz sıkıntıdan başka bir şeyi yoktu. Kapının kilidi yuvasında yerini buldu.
*
Gölgeler iyice ayaza kesmişti. Şapkasının kulaklıklarını indirdi, ellerini ceplerine soktu. İleride gökyüzü karanlıktı, belki de oralara sağanak iniyordu. Yanlarına acaba şemsiye almışlar mıydı? Eskiden babasının yaptığı gibi montunun yakasını kaldırdı. Tuhafiyeci kapalıydı. Usuldendir diye bir ki zorladı kapının kolunu. Yandaki kuruyemişçiden çıkan adam, evdedir, dedi, kafasıyla yukarı işaret etti. Kapının yanındaki zili gördü. Zil sesi hocanın selasına karıştı. Tuhafiyecinin üstündeki evden bir pencere açıldı, beklemesi söylendi.
Dükkanın içi karmakarışıktı. Tuhaf bir yerdi. Sakalı göğsüne inen tuhafiyeci mintanının kollarını kıvırıp içi sıkış tepiş öteberi dolu, cam dolaptan tezgahın ardında kayboldu. Onlu var, on sekizli var, yirmidörtlü vardı, hangisinden istiyordu? Onlu yeterdi. Kağıda sarılırken iğnelerin sarı uçları parladı. Merak etti, sordu. Bunlarla her cins kumaş dikilir miydi? Gözü sakallının arkasındaki rengarenk düğmelere takıldı. Hemen hemen her çeşit kumaşla iş görürdü bu iğneler, yok daha kalın kumaş dikilecekse bunlar yürümezdi . O zaman çuvaldız gerekirdi. Evet, o zaman bir tane de çuvaldızı iğnelerle birlikte sarar mıydı?