Cuma gecesi Adana’dan dönüp eve girdiğimde saat 1’di. Şükür ki son anda akıllılık edip de biletimi Sabiha Gökçen’e çevirmişim. Eğer Atatürk Havaalanı’na inmiş olsaydım, o saatte köprü trafiğini düşünmek bile istemiyorum. Zaten uçakta öyle bir uyumuşum ki, bayılır gibi. Uyku da değil aslında. Uçağın dört bir yanında çocuklar ağlıyordu, duyuyordum ama gıcıklanacak halim bile yoktu. Hoş uçakta, orada burada ağlayan çocuklara sinir olmayı bırakalı çok oldu. Eskiden çocuklara değil daha çok annelerine sinir olurdum, artık onlarla da hesabım kalmadı. Öyle bir yerde insanın ağlayan bir çocukla baş etmesinin ne can sıkıcı olduğunu biliyorum. Bizimkiler bana hiç öyle beter bir olay yaşatıp da sıkıntıya sokmadılar ama annemin Kem’le biraz sıkıntılı bir uçak yolculuğu hikayesi vardır.
Kem 22 aylıkken bir kongreye onu ve annemi de götürmeye karar verdim. Daha önce katıldığım kongrelerde yapıldığını gördüğüm bir şeydi, sonuçta anne olarak çocuğumdan ayrı kalmayacak, annem de yanımızda olunca gündüzleri gönül rahatlığıyla oturumlara katılabilecektim. Ancak uçak biletleri alınırken ne oldu şimdi hatırlamıyorum, annemle Kem sabah uçağıyla ve bussiness, ben de akşam uçağıyla ekonomi biletle gidiyorduk. Annemle Kem’in biletlerini ben ödediğim için asistan halimle bana bayağı koymuştu. Neyse, onlar sabahtan ben akşam Antalya’ya vardık. Akşam otelde buluştuk. Anneme yolculuklarının nasıl geçtiğini sorduğumda iyi olduğunu, fena geçmediğini, havaalanı-otel arasında transferde hiçbir sorun yaşamadıklarını söyledi. Sonra ilave etti, “Oğlun uçuş boyu Erdal Bey’in kafasına vurup durmasaydı daha iyi olacaktı.”
Annem kemer ikaz ışıkları sönünce uçağa ilk kez binmenin huzursuzluğunu yaşayan Kem’in kemerini çözmüş. Bir süre sonra Kem ayakta, anneannesinin dizlerinde dururken 1. sırada, önünde oturmakta olan saçsız bir kafa keşfetmiş ve o minik elleriyle “Şaap” yapıştırmış. Annem hemen tabi, “Yapma oğlum, dur oğlum, aaa bak burada ne varmış”lara başlamış ama boşuna. Bir, iki, üç…sonunda annem öne doğru uzanarak özür dilediğinde bir de ne görsün! Yaklaşık yarım saattir kafasına bizim oğlanın şaplaklarını yiyen kişi meğer Erdal İnönü’ymüş. Erdal Bey anneme o sıcak ve içten gülümsemesiyle “Önemli değil, hanımefendi, çocuktur, sıkılmıştır,” demiş. Annem o anı anlatırken, mahcubiyetinin bine katlandığını söyler. “Olgun, gelişmiş adam. Başkası olsa bizi uçaktan attırırdı valla,” der.
Her ne kadar orada değildiysem bile bu da benim bir çocukla uçak anımdı işte. Çocuk benim çocuğum, anne de benim annem olunca anı da otomatikman benim oldu işte.
*
Neyse, cuma günü sabah havaalanında ve yolda “Saf ve Düşünceli Romancı”yı okumaya başlamıştım. Uzun zamandır böyle beslendiğimi hatırlamıyorum. Nasıl iyi geldi anlatamam. Dönüşte de uçakta okumak niyetindeydim ancak dediğim gibi yorgunluktan bayıldım kaldım. Adana seyahati bir kez daha bana, tüm bu yorgunluğa karşın, mesleği bırakmışlığımın ne kadar doğru olduğunu gösterdi.
Dün yapacak o kadar çok iş vardı ki. Sabahki kahvaltı vs. faslını geçersek Kem için öğretmen gelecekti. Sebebi de Kem’in unutkanlıkları, sürekli bir şeyler kaybetmesi, bize çıtayı aşıyor görünen umursamazlığı idi. Aslına bakılacak olursa benim gibi erişkin yaşa gelmiş iflah olmaz bir dikkat eksikliği sahibi bir annenin çocuğunda bunların olması çok da şaşırtıcı olamamalıydı. Biz çocukken benim gibiler “aklı bir karış havada” diye nitelendirilir, sık azarlanır, gerektiğinde bir temiz dövülürdü ki, “bak bakalım bir daha unutuyor mu, unutmuyor mu!” Bir süre çocuk dikkatsizlik yapmamak için kendini kasar, idare etse de sonunda yapılmayanların toplamı büyük bir dikkatsizlik sonucu daha büyük bir olay çıkardı. Madem devir değişti, biz ebeveynlerimiz gibi olmayalım, bakalım bir sorun var mıymış, yok muymuş diye profesyonel yardım alalım dedik ve özellikle dikkat eksikliği olan çocuklara danışmanlık yapan bir rehber öğretmeni evimize davet ettik. Ha, bir sebebi de bizim Kem’in bu yıl dördüncü sınıfa gidecekken bunun onun dördüncü okulu ve beşinci sınıf öğretmeni olması nedeni ile önümüzdeki günlerde sorun yaşamamak içindi. Çocuğun okul değişikliklerinin hiçbirinin sebebi çocuğun kendisi değildi, itiraf ediyorum bendim, benim sürekli kendi hayatımı değiştirirken onları da etkilememdi.
Kem’in öğretmenle görüşmesinin ayrıntılı sonuçlarını rapor olarak önümüzdeki günlerde alacağız. Ancak öğretmenin kabaca değerlendirmesine göre önemli bir sorun yokmuş.
*
Öğleden sonrayı okul için eksik malzemelerin tamamlanmasına ayırmıştık. Önce okula uğrandı, evdeki kara deliğe düşüp kaybolan malzeme listesinin bir kopyası alındı. Ben tedbiren fotokopi çektirmeyi önerdim. Bizim Bey bana güldü. Elbette gün boyu ben listeyi çantamın neresine koyduğumu arandım durdum. Her bulduğumda sevindim.
Görsel sanatlar malzemelerini almak için Kadıköy’e gittik. Gitmişken Mercan’da kokoreç + bira yaptık. Yıllardır aldığımız, ne işe yaradığını bilemediğim, dünyanın parasını verdiğimiz görsel sanatlar malzemelerini eve gelince bagajda bırakmanın akıllıca olduğunu, nasıl olsa pazartesi okula gideceğini söyledim. Bizim Bey, boyaları almamızı, sıcakta bozulabileceklerini, söyledi. Boyaları yukarı çıkarmak için ayrı bir poşete koydum. Defi “Bunlar benim mi?” diye sordu. Kem, “Benim onlar,” dedi. Baktı kardeşi yaygarayı koparacak sakinleştirmek için büyük bir içtenlikle “Merak etme, okul istemeseydi bana da alınmazdı. Hem ben hiç resim, faaliyet yapmam ki. Annem onları okul dolabına koymak için aldı,” dedi ve ben bir an bildiğim gerçekle karşılaşmışlığımla cüzdanımı düşündüm, nedense…
*
Tüm bunların içinde öğretmenin evden ayrılışı, Kadıköy’e gidiş arasında bir tencere etli yaprak sardığımı da söyleyeyim, tam olsun.
(Yazıyı yazarken kahvenin yanında antep fıstıklı kurabiye atıştırıyorum, kahretmesin onu da çok güzel yapmışım!)
Niyetim bugüne “Cantık”ı anlatmaktı ama akşam boyu da “Saf ve Düşünceli Romancı”yı okumak cazip geldi. Sabahleyin de klavyenin başına oturunca sayfaya ‘durum bildirimi’ çıktı. Kısmet, “Cantık”ı artık sonra anlatırım. Hem zaten hamur işi. Şimdi okursunuz, pazar pazar yapar yersiniz. Kilo alırsınız…ki aldırır. Yazmamaklığım sırf sizi düşündüğümden yani.
Sezgin Hanım, Cantık yerine şu antep fıstıklı kurabiye tarifini verebilir misiniz? Valla öyle güzel yazmışsınız ki sabah sabah canım çekti:))
Sevgiler,
Mine
Memnuniyetle Antep fıstıklı kurabiyenin tarifini veririm. Fırsat olursa bugün yazarım. Bugün “Saf ve Düşünceli Romancı”yı bitirmeye çalışıyorum. Sevgiler.
Saf ve Düşünceli Romancı’yı dün gördüm kitapçıda.. önce yazar hakkında yazılmış sandım..sonra yazarın kendi hakkında yazdığını anladım.. “bunları gerçekten yaşadınız mı bölümünün varlığını da görünce.. alamadım.. izlenimini yazarsan nasıl sevinirim.. almalı mı almamalı mı bilemeden kaldım.. kararımı kolaylaştırırsın..
sevgilerimle.. afiyetle .. ve keyifle..
afiyet yediklerine.. keyif de kemle annene gönderme olarak.. =)
Becerebilirsem yani vakit bulabilirsem Saf ve Düşünceli Romancı hakkındaki düşüncelerimi soğumadan bu akşam yazmak niyetindeyim. Olmadı iki güne kesin yazmış olurum. Sevgiler…