Etiketler
benim adım kırmızı, cevdet bey ve oğullar, kara kitap, manzaradan parçalar, masumiyet müzesi, Orhan Pamuk, saf ve düşünceli romancı, sessiz ev, yeni hayat
İlk okuduğum Orhan Pamuk kitabı “Kara Kitap”tı. Lise ikinci sınıftaydım. Nasıl aldım, okudum hatırlamıyorum. Hatırladığım tek şey o zamana kadar okumadığım bir kitap okumuş olduğumdu. Rüya’nın kayboluşu, Galip’in İstanbul sokaklarında Celal Salik’in (yanlış hatırlamıyorum değil mi?) köşe yazılarından iz sürerek Rüya’yı arayışı, Aladdin’in dükkanı, vs…büyülenmiştim. On altı yaşındaydım. Şimdi dönüp baktığımda, İnce Memed serisini onbir, Babalar ve Oğullar’ı on iki yaşımda okuduğum düşünülecek olduğunda bu hiç de azımsanacak bir etkilenme değildi.
Okulda bu kitabı okumamla ilgili öyle bir eda, öyle bir hal yaratmış olmalıyım ki bir gün bir arkadaşım elinde Beyaz Kale ile geldi. Benim anlattıklarımı evde anlatmıştı ve Türkçe öğretmeni olan annesi (Allah rahmet eğlesin, çok zaman oldu kaybedeli) okumaktan zevk alacağımı düşünerek göndermişti. Okudum ve benzersiz bir keyif duydum ama bitirdiğimde yine de sanki bir yerleri eksik anlamışım hissini üstümden atamadım.
Sonrasında Cevdet Bey ve Oğulları’nı ve Sessiz Ev’i okudum. Kardeşimin okulunda kütüphane kuruluyordu, öğrencilerden okumak istedikleri kitapların adları istenmişti. Ben bir liste hazırladım ve bu iki kitap da o listenin içindeydi. Sessiz Ev okuduğum Orhan Pamuk kitapları içinde en sevdiğim kitap oldu. O ev ve bahçesi, Ağustos böceklerinin sesi hala kulaklarımdadır.
Yeni Hayat’ı okurken artık tıp fakültesinde dördüncü sınıftaydım ve ne tesadüftür ki Erenköy’de oturuyorduk. Uzun yıllar süren Pendik ikametgahımız iki yıl önce yer değiştirmişti. Az çalışan bir öğrenciydim. Sabahları dörtte kalkar altıya kadar çalışır okula giderdim. O dönemde derslere girişimin yegane sebebi kütüphanede veya kantinde değil de amfide birisi konuşurken daha iyi kitap okuyabiliyor olmamdı. Bu hallerim iki yıl sonra okul yıllığında arkadaşlarım beni anlatırken onların satırlarında kendini gösterdi. Yeni Hayat’ı okurken yaklaşık dört beş gün boşladım ders çalışmayı.
Benim Adım Kırmızı’yı bir otobüste koltuk cebinde unuttum. Balayına gidiyorduk ve muhtemelen o günler hayatım boyunca bir kitaba en az ihtiyaç duyduğum günlerdi. Sonra da nedense bir daha alıp bitirmek gelmedi içimden ta ki geçtiğimiz yıla kadar. Geçen yıl Benim Adım Kırmızı ve Beyaz Kale’yi yeniden alıp okuma listeme koydum ama henüz okumadım.
Masumiyet Müzesi’ni okurken temkinliydim, hem de fazlasıyla. Temkinliliğim sadece Nobel almış bir yazara ve onun ödül sonrası vereceği esere karşıydı. Belki bu temkinli halle okumaktan olacak Masumiyet Müzesi’ni yazarın önceki eserleri ile karşılaştırınca oldukça vasat buldum. Kara Kitap’la tanıştığım yazardan her eserinde beklentim artmış, diğerleri de Sessiz Ev dışında çok da bu beklentimi karşılamamışken, Masumiyet Müzesi ile derin bir hayal kırıklığına uğramıştım. Masumiyet Müzesi sonrasında bundan sonra çıkaracağı esere karşı daha da temkinli olacağımı, hatta belki de almayıp okumayabileceğimi hissediyordum.
Bu yılın kış başıydı, bilmem çıkalı üzerinden ne kadar zaman geçmişti, bir gün Manzaradan Parçalar’ı okumayı çok istedim. Artık mümkün olması sebebi ile Migros’tan aldım Manzaradan Parçalar’ı. İlk birkaç bölümü okuduktan sonra devam edemeyeceğime karar verdim. Beğenmemişlikten değil cidden çok beğendiğim için böyle karar vermiştim. Bu kitap roman gibi başlanıp bitirilecek bir kitap değildi. Ara ara, edebiyat üzerine iyi bir sohbet ihtiyacı duyulduğunda okunacak, acelesiz keyfi çıkarılması gereken bir kitap tutuyordum ellerimde. Hala okuyup bitirmiş değilim. Başucumda durur, aklıma estikçe açar, canım neresini istiyorsa orasını okurum.
Sonunda geçtiğimiz hafta yazarın roman sanatı üzerine düşüncelerini anlattığı, belki de meslek sırlarını verdiği altı dersten oluşan Norton Konuşmaları’nın toplandığı “Saf ve Düşünceli Romancı” çıktı. Bu küçük kitap önce Amerika’da yayınlanmış hatırı sayılır bazı eleştirmenlerden sert eleştiriler almıştı.
Bayram tatilini fırsat bilip okumayı nicedir ertelediğim Sahilde Kafka’yı okuyordum. Kitabın yazarı bir rivayete göre Orhan Pamuk’un batılı olmayan yazarlar içinde en beğendiği yazar olarak gösterdiği, kendisi ile 2006 Nobel ödülüne aday olmuş Haruki Murakami idi. Cuma günü Adana’ya bir günlük ziyaret sırasında yanıma almak için Sahilde Kafka 600 küsur sayfalık cismi ile çok büyüktü. Ben de el çantama havaalanında beklerken, uçakta okumak için Saf ve Düşünceli Romancı’yı koydum. Bu haftasonunda Sahilde Kafka’yı bitiririm diyordum ama Saf ve Düşünceli Romancı beni öyle bir yakaladı ki bırakamadım. Bitirdikten sonra altını çizdiğim satırları, sayfa boşluklarına aldığım notları yazmak istedim.
Bu yazı neyin nesi derseniz işte o yazının girişi. O yazıyı henüz yazmadım ama kafamda oluşanlara göre sonunun nasıl olacağını az çok kestirebiliyorum. Bu sebepten o yazıdan sonra bazı Orhan Pamuk fanatiklerinin tepkisini karşılamak konusunda kendime yardımcı olmak, en az onlar kadar Orhan Pamuk takipçisi, en az onlar kadar hayranı olduğumu anlatabilmek için yazdım bu yazıyı.
Saf ve Düşünceli Romancı üzerine yazacaklarımı önemsiyorum çünkü şimdiden kendi çapında bir bitirme ödevi kıvamında olacağını hissediyorum. En kısa zamanda, birkaç gün içinde toparlamaya çalışacağım ki sayfalara yazdıklarımın mürekkebi kurumasın.
aynı sıra ile okumuş aynı tadları almışız..
cevdet bey ve oğulları.. beyaz kule.. sessiz ev ben mecburi hizmette iken çıktığından kaçırmışım.. önce kara kitapla keşfedip.. sönüp diğerlerini alıp peşpeşe okumuştum..
yeni hayat’tan sonra okurları ikiye ayrıldı.. yeni hayatı okuyanlar ve başlayıp bitiremeyenler olarak..
,
sanırım iyi bir yazar olmak böyle bir etki yapıyor.. seni beğenenler kadar yerenler de güçlü yeriyor.. ben bir çok okur dostumun..pamuğu eleştirirken sahip oldukları enerjinin tümünü kullanmalarını hayretle izlerim.. kitap beğenilerini bu kadar enerjiyle anlattıklarını duymadığım için..
öteki renklere kadar herşey yolunda idi..
kar’ı okurken.. zorlanmıştım..
sevememiştim bir türlü..
ama masumiyet müzesini bitiremedim.. ruh halime uymuyordu uzun süreli tutku konusu..belki ondandır dedim ama ara ara denediğimdegene okuyamadım..
bu değerlendirmeni hevesle bekleyeceğim..
ama anladığım kadarıyla manzaradan parçaları şimdiden listeye ekledim.. =)
birkez karşılaşmıştım onunla.. fotokopicide sıra beklerken yanında su perisi gibi kızı vardı..minicikti.. karı hazırlıyordu.. kartsın haritasının fotokopisini çektirdi.. benim dotokopilerim çoktu.. ona araya girme izni vermiştim.. =)..karsın şehir planının güzelliği ve eskliğinden bahsetmişti..
röverli pantalon paçalarından biri terine dönmüş.. mavi gömleğinin bir yaka ucu ceketinden dışarda diğeri içerde.. böyle dalgın dağınık amerikan filmi bilim adamaı görüntülü bir adamın nasılo kadar sistematik yazdığına pekşaşmıştım.. =D..
sevgilerimle ve yazdığım yorumun uzunluğundan utanarak..
Sevgili Atalet,
yorumların beni her zaman mutlu ediyor. Ben burada anlatmak istediklerimi yazarken birilerinin olumlu veya olumsuz fikirlerini belirtmesi, oluşan sohbet havasının benim için tadı ayrı. Özlediğim ama koşullar gereği buluşup da konuşamadığım arkadaşlarımla hasret giderir gibi hissederkensenin gibi hiç tanımadığım, belki hiçbir zaman karşılaşma şansım olmayacak kişilerle yeni arkadaşlıklar kuruyorum. İyi ki varsınız….
Ben Cevdet Bey ve Oğulları ile başladım. Genellikle yabancı yazarları tercih eden bir arkadaşım “çok beğendim” diyerek vermişti ve ben de o tuğla kitabı hiç bitmese duygularıyla okumuştum. Sonra Kara Kitap ve ardından da en sevdiğim O.Pamuk kitabı nitelemesini yıllardır hiçbir kitaba kaptırmayan Sessiz Ev geldi. Sevgili Selgin aynı duyguları paylaşıyormuşuz Orhan Pamuk kitaplarında da, Beyaz Kale de bende hala müphemdir, bir yere oturtamadım, dediğin gibi tekrar okumak gerek sanırım. Yeni Hayat benim de zorla bitirdiklerimden, belki onu da tekrar okumak gerekli. Benim Adım Kırmızı’yı dantel örer gibi, Kar’ı ise etrafımda beyaz bir sis varmış gibi adeta üşüyerek okumuştum ve çok sevmiştim. Masumiyet Müzesi’ne gelince, off of. Ne kadar sıkıldığımı anlatamam. Bir yeni yetmenin sevgilisine güzellemesini defalarca tekrar tekrar anlatması gibi gelmiş sırf o güzel kapağın hatırına bitirmiştim ve gerçekten daha da okumamalı Pamuğu, bir haller olmuş buna dedirtmişti. Manzaradan Parçalar’ı dayanamayıp alınca vazgeçemeyeceğimi anladım yazardan, ben de aynen senin gibi ara ara okuma amacıyla ulaşacağım biryerlerde bulunduruyorum. Bu kitabı da merak ettim şimdi, alıp okuyacağım ama önce daha detaylı yazını bekleyeceğim. Evet ben de Atalet gibi yorum değil post yazdım sanki. Affola:))
Sevgili Leylak Dalı,
bu uzun yorumlar, Atalet’e de yazdığım gibi, öyle güzel ki…Bu akşam oğlanın kitap defterlerini kapladıktan, yarının yemeğini kotardıktan sonra oturup yazımı yazacağım, mürekkebi kurumadan. Gerekirse yazıda da belirttiğim gibi okula ödev yetiştirmek uğruna uykusuzluğu şimdiden göze aldım. Sevgiler…
Selgin Hanım merhaba,
Orhan Pamuk okumaya Umberto Eco’nun Gülün Adı isimli kitabını okuduktan kısa bir süre sonra Benim Adım Kırmızı ile başlama şanssızlığım oldu. Kitabın ortalarında yoğun bir şekilde hissettiğim iki kitap arasındaki benzerlik hissi beni açıkcası kitaptan da Orhan Pamuk’tan da soğuttu. Halbuki diğer kitaplarını da almıştım ve halen evde hiç okunmamış bir şekilde duruyorlar. Sizin bu yazınızdan sonra yeni kitabıyla birlikte en kısa zamanda diğer kitaplarını da okumaya karar verdim. Değerli yorumlarınız için çok teşekkürler.
Sevgiler,
Mine
Öyle ya da böyle, kendine has özgünlüğü ile bir tane Nobel ödülü almış bir yazarımız var. En azından fikrimizi belirtmek için okumalıyız, diye düşünüyorum. Sevgiler…
ay çok heyecanlıyım. ilk defa geyik olmayan, nispeten entellektüel bir yorum bırakacağım. Gerçi benim entelliğimin içinde de her zaman biraz sululuk vardır. Ben ilk Kara Kitap’ı , o da hediye geldiği için okudum. Başlarda acayip zorlandım, kitap sarıncaya kadar ama azmettim, 3/4’ünden sonra su gibi aktı. Aynı zorlanmayı Kar ve Benim adım Kırmızı’da da yaşadım. (Başta kitaba girene kadar zorlanıp, kaptırdıktan sonra hemen sonunu getirme şeklinde) Ama üniversitede Türkçe dersinde ödev olarak okurttukları Sessiz Ev, benim de en kolay okuduğum, en beğendiğim Orhan Pamuk eseridir. Seçen öğretmene de teşekkür ederim. Masumiyet Müzesi ise ite kaka bitti. Nazan Öncel nasıl o kadar etkilendi de şarkı yaptı anlayamadım… Benim de Orhan Pamuk tarihim budur. Yarınki yazını da sabırsızlıkla bekliyoruz.
Eh be Esra’cım, senin Orhan Pamuk tarihin de pek fena değilmiş. Yeni Hayat’ı atlamış gördüm seni.
Ben düşünceli halim arttıkça Sessiz Ev’i neden daha fazla sevmiş olduğumu bir bakıma çözdüm. Orhan Pamuk kendisi de söylüyor, Sessiz Ev Faulkner etkisi hissedilen bir kitap. Ben de Faulkner’i pek severim (Henüz Çılgın Palmiyeler’i okumamış olsam da).
Ben de bu yazı ile blogun ulaştığı entellektüel seviye nedeniyle çok heyecanlıyım. Yarınki yazı içinse insanlarda oluşturmaya çalıştığım beklenti ne kadar doğruydu, biraz gerilmiş olmaktan ötürü, şüpheliyim. Ben de yarına ne çıkacak artık merak içindeyim (Saf bir kitap yorumcusu hali gördüm kendimde)