Etiketler

, , , ,


Yıl 1985…Yani 26 yıl önce. Eylül ayında yeni bir okula başlamıştım. Numaram 215, sınıfım Prep. C idi. Öyle güzel bir sınıftı ki, o ilk yılım dersler açısından berbat olmasına karşın okulu çok sevdim. Her gün büyük bir keyifle gittim okula. Tek sebebi sınıftaki arkadaşlarımdı.

O yılın tek ağırlıklı dersi vardı, o da İngilizce’ydi. Dediğim gibi bir türlü İngilizce’yi kıvıramadığım için derslerim berbattı. Buna rağmen o yeni okulu çok sevdim. Kimsenin kimse hakkında en ufak bir kötü düşüncesinin olmadığı çocuklardan oluşan bir sınıftaydım. Şimdi düşünüyorum da eğer öğretmen olsaydım, o sınıfın öğretmeni olmayı isterdim.

Ne çok eğlenirdik okulda…Dersleri renklendirmek için türlü çeşit icadlarda bulunurduk. Her derste öğretmenlerden izin alıp okuduğumuz, artık tüm sınıfın her satırını ezbere bildiği bir sınıf gazetemiz vardı. Tüm içeriğini birlikte hazırlar sonra her seferinde ilk kez dinliyormuşuz gibi pür dikkat dinlerdik.

Tenefüslerde minibüsçülük oynardık. Gökhan şöför, Cavit muavin, biz diğerleri de minibüse inen, binen yolcular olurduk. Öyle çok anı var ki, hepsi benim için ananemin portakal kokulu kurabiyeleri değerinde.

Bugün kızlarla bizim evde toplandık. Sadece kızlar vardı. Grerçekten.  Böyle söylüyorum, çünkü geçen yıl sonuna doğru erkekler buluşmaya karar vermişler ve anlaşılmadık bir sebepten Tarık’ın buluşmayı Esra’ya söylemesiyle biz de derhal olaya dahil olmuştuk. Neyse ki Esra, bizim bizim buluşmalarımızdan Tarık’ı haberdar etmiyor.

Bugünki buluşmanın sebebi geçen günlerde yazdığım cantıktı.

Bir fire, hatta iki ile çoğunluk bir aradaydık. Altı anne ve çocukları.

Düşündüm de, biz birbirimiz ilk tanıdığımızda Kem’den sadece bir yaş büyüktük. Bir keresinde kimdi hatırlamıyorum, birimiz şöyle demişti: “Kendimi olabildiğince en yalın, en çıplak halimle bırakabildiğim insanların arasındayım.” Doğru bizim birbirimize yalan söylemeye, bir şeylerimizi birbirimizden gizlemeye ihtiyacımız yok, çünkü biribirimizin en sefil hallerini, çocukluğumuzu biliyoruz.

Aslında cantık bir bakıma bahaneydi. Altımızın üçünde ikişer çocuktan altı çocuk vardı. Bunlara Sesil’in Zeyno da eklenince yedi oldular. Yaşları on ile üç arasında değişen yedi çocuğun vukuatsız dört saati birlikte geçirmeyi başarmaları gerçekten takdire şayandı. İçimizden diğer üçünün çocuklarının olmayışı ile her ne kadar şimdilik bu tür ev buluşmaları mümkün oluyorsa da onların da en kısa zamanda yavrulamaarı en büyük temennimiz.

Ayrılırken buluşmalarımızı rutine bindirmeye kararlaştırdık. Benim gibi seyahati bol bir arkadaşımla birlikte bize uymayabileceğini ama olabildiğince yoklama vermeye çalışacağımızı söyledik. Daha henüz bundan haberi yok ama bir daha ki sefere Gökhan’larda buluşmaya karar verdik. Gökhan’ın iki yaşına gelen oğlu Alp’i hayırlamaya gideceğiz. Sonra da sıraya Murat’ı koyarız. Hesapladık, onun da çocuğu yaşını geçmiş. Elimiz boş gitmeyiz herhalde, o sebepten ev sahipleri de mırın kırın etmezler. Bir de geçen seneden kalma ciğerciye gitme hayalimiz var. Etti mi sana altı ay… Sonra ilkbahar gelir, bir de şöyle çoluk çocuk çayır çimen, brunch mı olur artık kendin pişir kendin ye mi, bilemiyorum. Yaz başına da çocuksuz ve kocasız pür kızlar, yıllardır hayalini kurduğumuz Ağva’ya gidip bir gece kalmayı gerçekleştirdik mi süpper olur. Haydi hayırlısı….

P.S.1 Esra cantıkları kapatmakta çok başarılıydı, sınıfı geçti.

P.S.2 Bu arada kızların isteği üzerine “Hakkımda”daki yaşımla ilgili yorumumu değiştirip ‘Kırklarına yaklaşmış’ı yerine ‘Otuz beşini geçmiş’ yazıyorum.