Etiketler
Danimarka, kopenhag, Lilla Torg, Lilla Torg Steakhouse, Malmö, İsveç
Biraz anlatmıştım*. Pazartesi sabah 08:55 uçağıyla Kopenhag’a gittim. Asıl planım öğleden sonraki uçağa binmekti. Lakin son birkaç hafta içinde bazı şeyler hızla değişmişti, Kopenhag’a katılmak için gittiğim toplantının bir parçası olan workshop’lardan birinde aktif görev almam gerekmişti. Ardından mail trafik akışı hızlanmıştı ve galiba ben bir ara bir şeyleri kaçırdım. Wokshop öncesi koordinasyon toplantısının pazartesi öğleden sonra olduğuna kanaat getirip biletimi değiştirmiştim.
Bu toplantı için dört kişi gidiyorduk. İkisi Malmö’ye gitmeyi önceden planlamışlardı ve uçuşlarını da ona göre ayarlamışlardı. Ben de bunu sonradan öğrenip yazıklanmış ve olan biteni Bizim Bey’e olduğu gibi anlatmıştım. O da bana yem atmış, “Sen de sabahtan gitseydin,” demişti ve ben de “Yok, ben sabahı Defi’yle birlikte geçirmek istiyorum,” diye cevap vermiştim. Alkış bekledim ama ses duymadım.
Kopenhag’a gidip otele yerleştikten sonra bilgisayarımı açtım, toplantının düzenleyicisine toplantının nerede olacağını sormak için tam mail yazmıştım ki başka bir şeye bakmak için takvime baktığımda toplantının salı günü akşamüstü saatlerinde olduğunu gördüm. Derhal plan yapmaya başladım. Plan 1: odada vakit geçirip belki oda servisinden bir şeyler isteyip karnımı doyurma sonrası şehir merkesine gitmek, Stroget’te dolaşmak ve akşam yemeğine katılmak…Plan 2: pijamaları giymek, kitap okumak, tüm öğleden sonrayı kitap okuyup sonrasında saatlerce uyuyarak geçirmek, vs…
Birden aklımda bir şimşek çaktı. Malmö’ye gidenler acaba otelden ayrılmışlar mıydı? Aradım. Gitmek üzere tam da kapının önündeydiler.
Jet hızıyla bilgisayarı kapattım. Mallmö’ye giden trenden Bizim Bey’e mesaj attım: Toplantı yarın akşama ertelendi. Malmö-İsveç’e gidiyorum. …
Elbette bu arada Turkcell’den bir kez daha mesaj geldi. İsveç’e hoş geldiniz, bla bla…Daha önce de Danimarka’ya hoş geldiniz bla, bla… diye mesajlar gelmişti.
Malmö’ye vardığımızda saat öğlen 1 gibiydi. Acıkmaya başlamıştık.
İçimizden biri, eski erkek arkadaşının İsveç vatandaşı olmasından ötürü pek bir Malmö tecrübelisiydi ancak bizi istasyondan alıp yemek için anlatmaya çalıştığı yere götürmesi yaklaşık bir saati aldı. O sırada açlığımız arttıkça arttı. O ise bir taraftan bana, özellikle benim çok seveceğimi söylüyordu.
Marketimsi, hediyelik eşyalar da satan bir yere sorduk, sordu: Hani bir yer vardı, sadece tek katlı, bazıları renkli binalar bir meydanın etrafını çevreliyordu. Bir sürü kafe ve restoran vardı…
Ters yönde fazla yürümüştük. Geri yürüyünce ikinci kavşaktan sola dönmeliydik. Adı Littleturg’du. Biz öyle anlamıştık.
Dendiği gibi yaptığımızda arkadaşımızın tam da tarif ettiği bir yerde bulduk kendimizi. Hani belki Avrupa için tipikti ama bilmiyorum, bir şeylerden ötürü farklıydı. Açıkcası çektiğimiz açlığa değmişti. Nerede yiyeceğimize bir süre karar veremedik. Sonra bir yer kestirdik gözümüze: Lilla Torg Steak House.
Yarı güneşli bir masa seçtik kendimize. Onlar önden armutlu cider söylediler kendilerine, ben bira istedim. Belki de Eylül ayı için fazla şanslıydık, güneş umduğumuzdan daha cömertti. Yemeğimizi yedik, içeceklerimizi birkaç kez tazeledik. Her birimiz bir yarım buzağı kadar lezzetli bifteği mideye indirdik.
Güzel bir gün, unutulmayacak öğleden sonrası saatleriydi. Bıraksalar hava soğuyup kararıncaya kadar kalırdım. Tuhaf bir şey vardı orada. Etraftaki tüm cafe-restoranlar doluydu ama bölünmez bir sessizlik hakimdi. Dolayısıyla da huzur.
Garsonumuz bize nereden olduğumuzu sordu. Güzel, esmer, alımlı bir kadındı. İki kızı olduğunu, babalarının Türk olduğunu söyledi. Konuşmalarımızdan zaten sorusunun cevabını önceden almıştı, muhtemelen emin olmak istemişti.
Gün ilerledi, Kopenhag’a dönme vakti geldi. Üçten iki yola koyulduk. Akşama patronla yemek randevumuz vardı.
Dönüşte bayağı bir macera yaşadık, bir ara istasyonda kalacağımızdan ya da daha kuzeye gideceğimizden korktuk. Benim gözümün önüne Bizim Bey’e olası çekeceğim mesaj geldi: Bilmiyorum nasıl oldu, ben galiba akşam yemeğini Eskimolar ile yiyeceğim….
Bir şekilde Köpenhawn H’ye gidecek trene bilet almayı başardık. Sonra cep telefonuna yine mesajlar gelmeye başladı: Danimarka’ya hoş geldiniz…