Etiketler

, , , , , , , , , ,


Dünü anlatabilmem için önce Çarşamba’yı anlatmalıyım.

Çarşamba günü, hedeflediğim üzere iş dönüşü Bostancı’ya, çarşıya gittim. Muhtarlığın oraya park ettim, yüncü arayarak yürümeye başladım. Hemen hemen tahmin ettiğim yerlerde bir yüncü buldum. Şu büyük kasabın altında, merdivenlerle inilen dükkanların biriydi. Koyu gri, kendinden simli, iki yumak ip aldım. Hevesle eve gittim ve örgüme başladım. Ne markete uğradım ne de yemek filan yapmaya kalkıştım. Zaten bir gün önceden biber dolması yapmıştım. Bütün akşam örgü ördüm. Çocuklara da eski iplerden verdim, onlar da onunla oynadılar ve çok eğlendiler. Zaten kendileri birer kedi yavrusu misali oldukları için bu kadar eğlenmeleri çok normaldi.

Dün sabah kalktığımda marketi ve de  mutfağı bir günlük ihmalimin acı sonucu ile karşı karşıya kaldım. İki dilim dışında ekmek yoktu. İki dilimle Bizim Bey’e sandviç yaptım, Kem’e de kahvaltı niyetine kurabiye verdim. İstemedi. Mısır gevreğine davrandım. Bitmişti. Nutellalı ekmek, diye düşündüm. Son iki dilimi Bizim Bey’e yedirmiştim. Kendimi derhal Ebru Şallı gibi hissettim. Bedenen öyle hissetmem imkansız, ruhen demek istedim. Kocamı beslemiş, çocuğumu ihmal etmiştim. Sonunda Kem, mutfak tezgahında açılmış paketteki dört tane gofreti kahvaltı niyetine yiyerek sayemde gayet besleyici, dengeli bir kahvaltı yapmış oldu. Olur böyle. Kimse mükemmel değil, ben bile zaman zaman çuvallayabiliyorum.

Dün ise örgüden nispeten hevesimi almıştım. Kem’i basketbol antrenmanından alıp eve dönerken markete uğradık. Orası galiba benim kutsal tapınağım. Tam markete girecekken bir kadın seslenerek yanımıza yaklaştı. Kadının yüzü biraz aşinaydı ama tanıdık değildi. Kadın da durumun farkındaydı ama o beni, benim onu tanıdığımdan daha fazla tanıyordu. Nereden tanıştığımızı anlatmaya girişti. O anlatırken ben de içimde kadın hakkında giderek büyüyen belirsizlik duygusuyla kırabileceğim muhtemel potun ebatlarını hesaplamaya çalışıyordum. Kadın, “Piknikte,” deyince hatırladım nerede tanıştığımızı da rahatladım. Komşunun Darıca’daki yazlık evinde, barbekü partisinde tanışmıştık. Hani şu Defi’nin köpekli fotoğrafların çekildiği yer. Kadıncağız “Ben sizin sitenizi buldum,” deyince yine bir şaşkın halin içine yuvarlandım. Bizim oturduğumuz siteyle neden ilgileniyordu ki? Zaten biliyor olmalıydı bizim siteyi. Bizim komşu ortak tanıdığımız değil miydi? “Buldum da adını kaybettim sitenin,” dedi. Herhalde o sırada kadıncağızın yüzüne alabildiğince boş bakışlarla bakıyordum. “Arkadaşlarıma da söyledim,” deyince oturduğumuz siteden değil de başka bir şeyden bahsettiğini anladım. Şükür arkasından “Tariflerinizi çok beğeniyordum,” dedi de salak halim üzerimden uçup gitti, birden omuzlarım şöyle dikleşiverdi. Doğru ya, o partiye giderken ekmekler yapmış, tarifleri istenince de blogun adresini vermiştim. Çantasından kağıt çıkardı, “Şuraya sitenin adını yazar mısınız?” dedi. Yazdım. “Yakınlarda seyahat var mı?” diye sordu. Seyahatlerimle neden ilgilendiğini de anlamamamı anlık şöhret sarhoşluğuma verdim. “Pek yok,” dedim. “Görüşmek üzere,” diyerek ayrıldık. Bu dialog Kem’in çok hoşuna gitmişti. yüzünde kocaman bir gülümsemeyle, neredeyse ağzı kulaklarına vararak, “Anne?! Meşhur oluyorsun!” dedi. Ben de usulen “Hadi oradan,” dedim. İtiraf edeyim, içimden ‘Acaba?’ diye geçirmedim de değil.

Eve gittiğimizde annem ve kardeşim Sesil bizdeydi. Büyük bir heyecan ve zevkle marketin önünde olanları anlattım. Blogun ne olduğu, blogda neler yazdığım hakkında şimdiye değin en küçük bir merakı ve fikri olmayan annem konu hakkında sadece şöyle dedi: “Sanki çok yemek yapar da!” Sesil’le “Yuh!” dedik. Ben bu arada makineye çavdar ekmeği koyuyordum. “Bu mutfağı kim çeviriyor, bunlara kim yemek pişiriyor?” dedim. “Senin yaptığını herkes yapıyor,” dedi. Ömrüm boyunca annemin gözünde en fazla ortalama olduğum için ne kadar iyi olursam olayım fark etmezdi. Bir gün biyografimi yazacak biri çıkarsa bu satırlar onun için çok aydınlatıcı olacak eminim. “Benim de mutfak konusunda otorite olduğum iddiam yok ama benimle benzer kişiler arasında mutfağı sadece su ısıtıp nescafe yapılan bir yer sananlar var bu dünyada,” dedim. Annem için dediğim öyle olanaksızdı ki, ilgilenmedi bile. Sesil’le daha fazla uzatmadık. Annemdi, o kararını çoktan vermişti zaten.

Akşamın ilerleyen saatlerinde, yemekten sonra annemle mutfakta oturup ‘Fatmagül’ün Suçu Ne?’yi seyrediyorduk. Bizim Bey de çocuklarla salondaydı. Ben örgümü getirmiş anneme göstermiştim. Bir arttırıp, bir kestiğim için ufaktan verevlenmeye başlamıştı. “İpin güzelmiş,” dedi. Hayretler içinde kaldım. “Haroşa çok ip yer,” dedi. Ben de “Yese yese bir yumak daha yer, altı üstü 2,5 lira, “dedim. Durdu. Aklına marketten aldığım fiyatını sorduğu havuçlu kek gelmiş olabilir. Tabii ki de alırken fiyatına bakmamıştım. Acaba para kıymeti bilmemle ilgili bir salvo yiyecek miyim diye beklerken, “Bitir bakalım, nasıl olacak?” dedi. Beğendiğine işaret eden bir cümleydi bu. Üstünü kazıyınca altından çıkan yazı öyle diyordu.

Sonra nereden açıldıysa konu benim doktorluğumdan açıldı. “İsteseydin şimdiye doçent olmuştun,” dedi. “İşim olmaz,” dedim. “Baban olsa üzülürdü,” dedi. “Muhtemelen doktorken ne kadar mutsuz olduğumu görse üzülürdü,” dedim. “Hem hiç bana göre bir iş değilmiş doktorluk, başından bana yaptırdığı hatayı görmek onu üzerdi elbette,” diye deyince ben, “Öyle deme, kemikleri sızlar,” dedi. “Sonuç olarak onun istediği de oldu, benim istediğim de…doktor oldum ama yapmıyorum. Kimsenin sızlanmasına gerek kalmadı,” dedim ve konu kapandı. Konu kapandı ama bu konuşma esnasında dikkatim dağıldığı için örgüde hata yaptım. Hatayı fark edince söylenmeye başladım. Annem bu sefer bana “Bir taraftan çene yarıştırırsan böyle olur. Madem öreceksin kapat ağzını da öyle ör,” dedi. “Ben de sen konuyu açtın, sinirlendim, dikkatim dağıldı,” dedim. Sonrasında sesimizi kesip dizimizi seyretmeye devam ettik. İkinci reklam arasında da Bizim Bey’e annemin eve gitmek istediğini söyledim. Defi’yle babası saat on gibi ananeyi evine götürdüler.

Bu anlattıklarımdan kavga filan ettiğimiz sanılmasın. Bilen zaten biliyor, bu bizim olağan halimiz.

Gecenin geriye kalan yaklaşık iki saatlik kısmında hatayı bulmak ve onarmak için örgümü tek tek, ilmik ilmik dört sıra söküp yeniden örmekle geçirdim. Sonuç olarak dün akşam hem annemden bir araba laf işittim, hem de örgümde ilerleme kat edemedim.

Annem bizdeyken yaptığım çavdar ekmeği de kısmen olmadı, kabarmadı. Sanırım çavdar ununun oranı fazla oldu.

Amaaa…bir dereotlu poğaça yapmışım ki süper ötesi şahane oldu. Annem onu da içine peynir koymadım diye beğenmedi ama yapacak bir şey yok. Pişince yedi, beğendi.

Böyle bir gündü işte….