Etiketler
Dün evdekilere “Ayva Kebabı” pişirdim. Video-tarifini çektim, bilahare Bizim Bey montajladıktan sonra koyacağım.
Yemeği yerken Bizim Bey’in söyledikleri aklıma takıldı, iyi mi yoksa kötü mü bilemedim.
Bizim Bey dedi ki, “İyi ki yemek tasarlıyorsun, beğenmezsek en fazla bir kere yiyoruz, sonra kurtarıyoruz kendimizi. Bir de kıyafet tasarlasaydın, tasarımlarını bize yemekleri yedirdiğin gibi giydirip sokağa çıkarsaydın ne yapardık?”
“Yani sen bana tasarımcı mı diyorsun?” diye sordum mest olmuş şekilde.
“Tabii,” dedi. “Eğer biz patlıcan musakkayı bu apartmandakilerin çoğunun yediği şekilde yemiyorsak ve içinden farklı güzel tadlar alıyorsak öyle olması gerekir.”
Hani bu aralar örgüye sarmışlığım var ya…Ananemden kalan terzi genlerim aslında beni fena halde kumaşlara doğru itiyor, lakin zaman ve mekan kısıtlı. Biçki dikiş için cidden atölye gibi bir yer lazım. Artık onu daha ileriye, evin nüfusunun seyreleceği zamanlara bırakıyorum.
Bizim Bey’in sözlerinden sonra aklıma bir dönem cam boyamalarım, vitraylarım geldi. Bir yaz boyu kime gitsem elimde kendi eserim bir vazo, çanak, iki tea-light mumluk gitmiştim. Eğer ikinci gidişimde bir önceki gidişimde götürdüklerim kullanıldıkları belli olacak şekilde ortalıkta duruyorsa, mesela mumlukların kenarından mumlar akmışsa ve o gece yanan bilmem kaçıncı mumsa bütün akşamı ağzım kulaklarımda geçiriyordum. O zamanlar mutfağın balkonu camekanla kapalıydı ve ben oraya tüm boyalarımı yayarak çalışabiliyordum. En çok da mozik desenler yapmayı seviyordum. Sonra balkonu mutfağa katınca benim önce boyaları bir dolaba kaldırmam gerekti sonra da boyalar kuruyunca atıldılar.
Aslında evrilme böyle bir şey. Mutfak genişledi, ilave dolaplarım oldu ve ben artık koyacak yer olduğu için ekmek makinesi aldım, ardından ekmek tasarımlarım başladı. Mutfağın darlığı ortadan kalkınca ben orada daha fazla zaman geçirir oldum, vs…Öyle yani…
P.S. Murakmi’nin Amazon’dan önsipariş verdiğim 1Q84’ü geldi ama önce 1984’ü bir kez daha okumalıyım. Yirmi beş yıl önce okumuş, içim çok kasvetlenmişti. O zamanlar çocuk sayılırdım ve o zamanki algıma göre şimdi okuduğumda çok farklı geleceğinden eminim. Ama önce elimdeki Ağaçkakan’ı bitirmeliyim. Bir de tüm haftasonunda aklımda olup, ofiste bıraktığım için okuyamadığım, bu sebepten Ağaçkakan’ın da sayfasını kaldıramadığım Sinek Isırıklarının Müellif’i var. 1Q84’le kutudan The Sense of an Ending de çıktı. Bir de bu sabah bulduğum 15 dk da sayfalarını karıştırmaya başlayıp dalıp gittiğim Yazın Sanatı’nı da okumak istiyorum. Yani okuma hallerim pek bir karıştı. Hepsinin üstüne içimde bir de pek bir yazma isteği var. Başlayıp da yarım bıraktığım hangi projeye başlayacağımı bilmiyorum ama bir şeyler yapmalıyım. Bu ne ya…Off..Kafam çok karışık!
Pek değerli tasarımcı hanım, ben vitray dönemini kaçırmışım, bana bir kenarları yakılmış istanbul manzaralı ahşap boyama kutu nasip oldu. Hala da kullanıyorum:) Video tarifi sabırsızlıkla bekliyoruz. Belli bir yaştan sonra domes kızlar bir araya gelip bir elişi atölyesi açarız. Yer, içer, üretir, yazar, en önemlisi bol bol güleriz. Ama önce bir Dekameron çıkaracağımız Şile tatili var!
Demek seninle vitray döneminde pek görüşmemişiz. Ahşap kutuysa tamamen aklımdan çıkmış “Göçmüş Kediler Bahçesi” gibi. Kitabı gösterdiğinde nasıl mutlu olduysam şimdi de öyle oldum. Galiba bazen güzel şeyler yapıyorum.
Olmadı konuyu belirleyip, e-mail ile dolaştırılalım. bu da iş hayatının bana getirisi. “Yüzyüze olmuyorsa e-mail ile halledelim” Sevimsiz ama.
bol bol gülme kısmını çok sevdim. Hem o zamana çocuklar da büyümüş olacak. Ooohh…
Peki iyi fikir, Şile’ye de hepsini toparlayıp, şömine başında okumaya, sohbete gideriz o zaman. Konu “kadın” olsun, ne dersin? Türlü türlü kadın hikayeleri-Burcu mesela Kahta’dan filan güzel şeyler çıkarır sanki. Betiay bir Amerika esintisi verebilir, Tuba pek bir kariyer bakabilir olaya…vs vs… Gerçi senden benden başka kıpırdanan olursa ne ala.
Ödevi sen mi verirsin ben mi? Fikir anası sen olduğuna göre, sen ver bence:)