Sayın Yazar,
(Aslında yaşça sizden büyük olabilmeyi ve size “Sevgili Müellif Kardeşim” diye hitap edebilmeyi isterdim. Mümkün olmadığına, yaşça sizden küçük olduğuma göre fazla laubali bulmazsanız “Sevgili Yazar” demeyi tercih ederim.)
Söze nasıl başlayacağımı da bilemiyorum açıkcası. Yine de kelimelere güveniyorum ve başlarsam gerisi gelir, diye düşünmek istiyorum.
Toparlamakta güçlük çekiyorum çünkü “Sinek Isırıklarının Müellifi” adlı eserinizi okumayı henüz bitirdim. Öncelikle sizi tebrik etmek isterim. Sıradan bir okuyucunun, sıradan beğenisi sizin için ne kadar önemliyse öneminin o kadar olması benim için kafidir.
Normal şartlar altında Cemil’i sevmemem gerekirdi ama sevdim. Sevmemin temel sebebi hayatını tüy hafifliği ile Nazlı’nın üstüne bırakıvermişliği, bunu yapabilme cesaretini gösterebilmişliği, kendini Nazlı’ya bunca sevdirebilmişliğidir. Sevgili Yazar, tuhaf bir …mişliği cümlesi oldu değil mi?
Nedense Cemil’le Nazlı bende hafiften bir Selim Işık-Günseli ikilisi hissiyatı yarattıysa da bundan hiç mi hiç rahatsız olmadım diyebilirim. Sanki bu benzerlikten ötürü daha bir sevdim onları. Siz bu benzerliğin farkında mısınız bilmem ama farkında olsanız bile hiç kıymeti yok benim için bilesiniz.
Ben sizi “Bizim Büyük Çaresizliğimiz” ile tanıdım, sevgili Yazar. Filmi yapılmıştı, seyredecektim ve öncesinde sizin adınızı hiç duymamıştım. Bunca okuyup, edebiyat gündemimizi takip ederken sizi es geçmişliğim elbette benim ayıbımdır. Önce okuyup sonra seyretmek istedim ve okuduktan sonra diyebilirim ki dimağım tutuldu. Filmi seyrettikten sonra da kahrettim neden seyrettim, diye. Anlayın siz, öyle bir hayal kırıklığıydı bu film benim için. Bu minvalde aklıma gelmişken söyleyeyim, siz siz olun, bir daha hiçbir eserinizin film yapılmasına müsaade etmeyin. Zannımca ülkemizde anlatılarınızdaki derinliği ve yalınlığı yansıtacak yönetmen henüz bulunmamaktadır.
Böyle daldan dala atlar gibi oluyor ama bence zararı yok, sevgili Yazar. Neden böyle aklıma estiğince yazdığımı sonunda açıklayabileceğimi sanıyorum.
Anlattığınız toplu konut hayatını dilimleyip böldüğümüzde aslında hepimizin hayatı oluyor değil mi? Sonuçta ne kadar karşı koymaya çalışsak da bir şekilde bir güruhun içinde kaybolup gidiyoruz. Kutu kutu konserve hayatlar yaşayıp, steril günlerimiz kirlenmesin diye çabalıyoruz. Misal, benim hayatımı ele alırsak, görünüşte fevkaladedir. Geçmişteki otobüs insanlarından biri olarak en büyük hayallerime kavuşalı çok uzun zaman olmuştur ancak bir imkan olup da, kırk yılın başında otobüse bindiğimde hadsiz mutlu olmaktayımdır. Mutlu olmaya mutlu oluyorum ama yine de o kalabalık, o koku, soğuk havalarda nefeslerin camlarda oluşturduğu o buğu derhal ruhumu sıkıyor, ilk durakta inmek istiyorum. Böyle tuhaf bir hal sezinledim ben Cemil’de. Hani şöyle söylemeli, Cemil Nazlı’yı seviyor, çook seviyor hem de ama içinde bir şey onu o uzanıp da elde edebileceği şeylere, Şeyda’ya karşı daimi kışkırtıyor. Haklısınız sevgili yazar, kendimden verdiğim benzetme çok da uygun olmadı ama n’apalım, böyle idare edeceğiz. Hayatın hayhuyu içinde daha fazlasını yapmaya ne güç, ne de vakit var.
Cemil’in aklını tam birebir olmasa da kışkırtan o Şeyda var ya, sevgili yazar, bu hayatta en korkulası kadındır. Bir erkek olsam gecelerimin en büyük kabusu olmasını dilerdim, zira bu büyümeden kadın olmuş dişiler, erkek cinsi için gerçekten korkulasıdır. Berkan’a gelecek olursak, günümüzde onun gibilere yaşıtları sanırım luzır diyor, sevdim ben onu sevgili Yazar. Saf bir çocuk, okumadan yazar olunabileneceğini sanacak kadar saf.
O aşağı kattaki, cinayeti çözmeye ahdetmiş kadın ise bu hayatta en sevdiklerimdendir bilesiniz sevgili Yazar. Hayatın gerçekliğinden yavaş yavaş uzaklaşırken bir cinayeti çözmek için sımsıkı gerçekliğe tutunmaya çalışmak azımsanacak bir çaba değildir. Onlar sadece cinayet çözmezler, kayıp keselerle altınları ve hatta gömüleri vardır, gelinleri onlardan bunları kaçırmaktadır, bazı geceler timsah saklanır yataklarının altına, karşılarında kara bir kedi durur, gece boyu bakar durur onlara, kimi geceler duvarlarda kolları kadar fareler dolanır.
Anladık sevgili Yazar, İlhan’ın neden Ceren’e aşık olduğunu. Bir de üstüne kız Furuğ’u da biliyordu, aşık olmak İlhan için kaçınılmazdı.
Her kızın bir Hale arkadaşı vardır değil mi? Ben merak ettim sevgili Yazar, acaba Nazlı hala görüşüyor muydu Hale’yle, bir de Hale benim gibi mesleği olan doktorluğu yapmaktan vazgeçmiş miydi?
Cemil’in yazar olma hallerini ayrı sevdim. Öyle sancılı bir bekleyiştir ilk yayınlanma heyecanı. Kaldı ki, bence şanslıydı Cemil, en azından günler ve gecelerce kendi kendine konuştuğu editör hanım o çok değerli yorumlarını, önerilerini Cemil’le paylaşma nezaketini göstermişti. Göstermiş olmasına göstermişti de iyi mi oldu, diye sorarsanız sevgili Yazar, bence direkt reddetseydi daha iyiydi. En azından Cemil’in ilk ve tek özgün eseri olarak bir çekmecenin gerisinde kalır ama özünü kaybetmezdi. Mümkün olsaydı onu da okuyabilmeyi isterdim. Ben inandım Cemil’in yazdıklarının iyi olduğuna, öyle söyleyeyim.
Bunca yazdım da, Nazlı’ya değinmedim değil mi? Bilmiyorum, yanılıyor olabilirim ama bu Cemil’in değil, Cemil ve Nazlı’nın değil de sanki hepsi Nazlı’nın hikayesiydi. Sanırım bu kitabı en çok da bu yüzden, Nazlı’nın yüzünden sevdim.
Satırlarıma son verirken, bu mektubu yazma cüretini nereden bulduğumu da söylemeliyim. Ne demişti sevgili Holden? Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz zaman, bunu yazan keşke çok yakın bir arkadaşım olsaydı da, canım her istediğinde onu telefonla arayıp konuşabilseybim diyorsanız, o kitap bence gerçekten iyidir. Benimki de öyle, madem telefon edemiyorum, mektup yazayım dedim. Bir de sevgili Seymour’u da yad etmeniz beni ziyadesiyle mutlu etti ki, ruhu şad olsun, bence bizler onu andıkça o bir yerlerden muhakkak dudağının kenarına hapsolmuş bir gülümsemeyle bize bakıyordur.
İşte böyle sevgili Yazar…Hiçbir söyleşi, röportaj talebini kabul etmiyor olmanız değerinizi gözümde bir kat daha arttırmış olup, sevgili dostlarımız Salinger ve Raymond Carver’a gizliden gizliye göndermiş olduğunuz selamlar beni olabildiğince mutlu etmiştir.
Hiçbir ödülün sizi kirletmemesi dileklerimle…