Etiketler
çikolatalı kek, çilek, çilek reçeli, contagion, inek, patlıcanlı kebab, portakallı kek, salgın, süt
Aslında ne bugünümü, ne de evvelki günümü anlatmak istiyorum. Dünümü anlatmak istiyorum çünkü onda anlatacak bir şey yok. Bu girişten az da olsa anlamışsınızdır halet-i ruhiyemi.
Dün hiçbir bey yapmadım, evet neredeyse hiçbir şey. Bir gün önce gece oldukça geç bitti, eve geldiğimizde saat bir buçuktu. Sabah ev ahalisinin tamamı kalktığında saat onbirdi ki bu bizim evde görülmüş bir şey değildi. Tabi Kem’in basketbolu yattı. Biz Defi’yle saat iki gibi bu sefer öğlen uykusuna yattık. Defi önce salonda uyudu, ben de bunu fırsat bilip kitabımı alıp yatak odasına gittim.
Bir süredir üstümde bir lanet var, bir türlü kitap okuyamıyorum. Nazara geldim zira. Geçen hafta başladığım, başta bitireceğime dair umutlar türettiğim kitabı yine okuyamayacağımı anlamıştım ve uyudum. Sonra Defi yanıma geldi, bu sefer onunla birbirimize sarılıp öpüşe koklaşa bir iki buçuk saat daha uyduk. Sonra zorla kalktık, üstümü bile değişmedim, lekeli eşofmanımı değiştirmeden güç bela evden çıkıp markete gittik.
Marketin orada park edecek yer yine yoktu, üçüncü turun sonunda yer bulabildik kendimize.
Şangay’dan geleliberi her şeyi öyle saldım ki, doğru dürüst alışveriş bile yapmadığım için evde temel gıda maddelerinin başında gelen CocoPops ve süt bile bitmişti. Bir ara Defi CocoPops poşetini kafasına dikmiş dibindeki kırıntıları yemeye çalışıyordu. CocPops’u geçtim, sütün bitmesi gerçekten olağanüstüydü. Hani bir inek alsak ancak yetecek kadar süt tükettiğimiz için bizim evde geride her zaman dört kutu filan süt bulunurdu. Oysa sabah bir de baktım benim bir zaman diyet gazıyla aldığım pembe kutulu yağsız sütler açılmıştı.
Silkinip kendime gelmeye karar verdim, akşama şöyle güzel bir yemek yapmalıydım ama içimde zırnık istek yoktu. Yine de kendimi zorlayarak fırında Patlıcan Kebabı yaptım. Bir ara tarifini verirsem nasıl da emek harcanmadan yapılan bir yemek olduğunu ve dünkü ruh halime nasıl uyduğunu anlarsınız. Öyle tembel işi ki, yumurta kırmaktan acizler bile yapar.
Kebab pişerken evdekileri ihmal etmişliğimin vicdan azabı sussun diye kek yapmak istedim ama gerçekten miksere filan tahammül edemeyecektim. Ben de mikserle koyduğum malzemeleri ekmek makinesine koymaya karar verdim. Çok eski bir geçmişte ekmek makinesinde kek pişirme tecrübem olmuştu ama onda mikserle çırptıktan sonra fırın bozulunca kek hamuru ziyan olmasın diye ekmek makinesinin haznesine koymuştum ve olmuştu ama hatırlamıyordum şimdi o zaman hangi programda, kaç dakika pişirmiştim. İşte, hazneye malzemeleri öyle kısmen göz kararıyla koydum. Bir gün hacetim olursa onun da tarifini veririm. Portakallı, çikolatalı kek. Sonuç mu? Diyebilirim ki en başarılı keklerimden biri oldu. Bu sabah kahveyle kaşla göz arasında bir dilimi hüplettim. Tadı da görünüşün altında kalır değildi.
Akşam yemekten sonrasını hatırlamıyorum. Büyük hevesle alıp sonra sevmediğim ip bitsin diye örgü ördüğümü anımsıyorum. Sabah kalktığımda baktım, hala bitmemiş.
Öncesinde olabilir, dün bir ara Cuma akşamki bahisten sonra “Contagion / Salgın” filmini seyrettik. Güzeldi ama beklediğim gibiydi, beni çok da etkilemedi. Aslına bakılacak olursa bilimsel altyapısı çok iyiydi ve hatta filme yakın bir belgesel gibiydi. Sağlıkla ilgili hiçbir şeyle ilgilenmek istemiyorum artık. Hani mümkün olsa çilek yetiştirip günlerimin uyku dışında kalan kısmını, ki pek de bir zaman kalacağını zannetmiyorun,aten çilek dediğiniz şey neredeyse kandi kendine yetişen bir bitkidir, çilek reçeli kaynatarak geçirebilirim. Malum herkes sağlıkla ilgili olarak bilgi sahibi olmadan fikir sahibi şu günlerde. Misal popüler konulardan biri antidepresanlar. Kullanılmalı mı, kullanılmamalı mı? Bence kullanılmalı, çünkü ne kadar etrafa çaktırmasam da, itiraf ediyorum galiba ben depresyondayım.
Temiz, özentisi olmayan bir anlatım. Severim bu tarzı.
İçerik olarak son cümle hatta son kelime azıcık doğru galiba.
Ben hayatımda 2 kere hekime göründüğüm için daha fazla fikir beyanım abes olur. Ali Dilber
Galiba içtenlik hemen fark edilen bir şey. Nasılsa öyle…
Umarım doktora hiç ihtiyacınız olmaz.
İhtiyacım olursa size de danışırım, bende güven uyandırdınız. Ali Dilber
hehe o çukularaları çukulataya batırıp sonra definin yanağına sürüp .. öyle ye.. ne depresyon kalır ne bişi..
hafta sonu dediğin bi gün o da öyle uyuzlanarak geçiyor..
bende de öyle.. şimdi herşeyi diyet olan peyniri hamuru vese.. milföyden çakma börek yapıyorum bi yandan.. =) bi de çay geçer bu akşam da..
sabaha kadar uyumamışım.. nedeni bende saklı.. bi de börek açacak halim kalmamış..
daha enerji biriktir annem sen.. =) ergenlikleri var çocukların daha.. bellerine hastanelerdeki gibi renk renk ip takasım asılıp her nerdelerse eve çekesim geliyoer.. öylw yani.. ha akşamki mesajlaşmalarımız artık yorgunluktan şu basit hale dönüşmüştü sonunda.. 1 sağ mısın?? ” ” evet”.. =) der öper gider..
pese nedeni de açık ettim sanki..
pese iki.. kitabımı aldım.. dokuz kadını.. girişi sindirirsem devamını okuyacağım biraz benim “yeter ki onursuz olmasın aşk” durumuma aykırı da.. =9
ya yanlış olmuş… o çilekleri çukulataya batır olacaktı.. yarı kranlıkta bi sürü yazı hatası olmuş.. affola..
pese iki.. kek muhteşem görünüyor….
o çilekler tam fondülük ne depresyon kalır ne başka bir şey..
Çilekler genelde böyle bir çikolatayla kombinasyon hissi uyandırmış sanırsam. Olsun, o da olabilir. Yazıdaaslında çilekler kendi kendilerine büyürken aralıksız uyuduğumu sonra da tencerede reçel kaynarken üzerimde pijama üstü sabahlıkla mutfak penceresinden boş boş baktığımı görmüştüm ben halbuki. Sonuç: fondü için motivasyon lazım ki, o da bende şu sıralar yok.
Selgin, dün okuduğumdan beri beni de kararttın. Kadın, sen Cuma akşamı hem etrafına neşe saçıp hem de kendin kikir kikir gülmüyor muydun? Sabah çok zor kakltım ve gözümün ucunda düşmeye hazır bir gözyaşı var. Güneş de var, peki bu üstüme üstüme gelen ne? Üstümüze gelen ne?
Ay bilmiyorum nedir Esra’cım üstüme üstüme gelen, lakin bir sebep olmaması zaten daha kötü. Geçeceğini düşünüyorum. Ben işte de çok bunaldım bu aralar, ondan olabilir. Ama çilek yetiştirmek konusunda çok ciddiyim.
Hepimiz benzer şeyleri zaman zaman yaşıyoruz Selgin, umarım çok uzun sürmez depresyon halin..Birde söylemeden geçemeyeceğim, depresyondayken kebab ve kek yapabiliyorsan diğer zamanlarda nasıl şeyler yaparsın kimbilir 🙂 gerçekten patlıcan kebabı yapmak o kadar kolaymı? kısaca tarif istesem..? Sevgiler.
burada ofisten de patlıcanlı kebab istek geldi. En kısa zamanda yazacağım.
konuyla tamamen alakasız bir şey soracağım.. istek menü alıyor musunuz 🙂 en sevimli halimle gülümsesem :)) hindi tarifiiiiiiiiii!!!! erkek arkadaşımı ve eve yılbaşına gelen misafirleri dumura uğratmak için sizden alenen yardım istiyorum.. evet isteyenin bir yüzü vermeyenin iki yüzü kara 😛 budur.
hem depreson filan da kalmaz.. ehe…
* olayı konuyla ilintili hale sokmaya çalışma çabaları…
Vermesine hindi tarifi veriyim de, sorun şu ki ben hindi sevmem, damak zevkime uymuyor.Bir kere yılbaşı zamanı kart hindi ile kazıklanma riski yüksek. Kart olmasa bile kırmızı eteve tavuk ete kıyasla sert olan hindi eti, kart olduğunda gerçekten hiç iç açıcı olmuyor.Hindi konusunda ısrarlıysan en azından bütün pişirmekten vazgeç. Zor. Öncelikle sende bir hindiyi alacak kadar büyük tencere var mı, bunu bir düşünmek lazım. Gel anlaşalım, sana kuzu gerdan tarifi vereyim. Hem kolay, hem de öyle lezzetli oluyor ki bıraktım erkek arkadaşı, kayınanne adayları kapında kuyruğa girer. Kuzu yemem, deme sakın. Hiç küçük baş hayvan aroması almayacaksın. Garantili. Bir zaman eltimgil ki, kuzu-koyun dendiğinde kendisinin yüzü renk değiştirir, pek beğenerek yemişti (ya da ben alınmayayım diye öyle yapmıştı). Neyse, sana kuzu gerdanın yanında iç pilavın nasıl yapıldığını da anlatırım. Anlaştıysak haber ver.
(Bu arada “Uyum” gerçek adın mı? Bileyim de ona göre bu hususta fikrimi belirteyim).
evet, gerçek adım uyum. tuhaf biliyorum… şimdi öncelikle şöyle bir sorunumuz var. bizim hindi ısmarlandı hazır. serhan’ın abisi kendisi yetiştiriyor (besliyor? büyütüyor? bilemedim..), dolayısıyla hindi bir numara da pişirecek adam yok. bir denesem ne olur? hayalimde fırında böyle torbaların içinde, içinde sebzelerle fokur fokur nar gibi kızarıyor filan.. tadını boş verelim, ihtişama bakalım… olmaz mı
Tuhaf isimlerde, muhtemelen isimlerinden ömür boyu çok çekmekten ötürü, birbirlerini çekici bir güç oluyor sanırım. Sevdim seni Uyum.
Anladım, senin kaynıngilin hindi çiftliği var, siz de beleş nasıl olsa diye yılbaşında hindi yiyeceksiniz. Bu fikir senin mi, yoksa mahdum beyin mi merak ettim. Hoş, cevap ne olursa olsun eteklerimi zil çaldırır. Varsayalım mahdum beyin olsun fikir. Pinti filan değil, değil mi? Ya da dediklerinin yapılmasında pasif agresif ısrarcı olmasın. Amanınnn…en korktuğum şeydir, eşlerden birinin kendi fikrini çaktırmadan karşısındakinin aklına ekip kendi ağzından söyletmektir. Yok dersen ki, Serhan’ın (adıyla hitap edebilirim değil mi?) günahı yok…Eh, ben sana ne diyeyim! Daha şimdiden böyle yapılmaz ki…Sakın böyle işlere girip de şirin görünmeye çalışma. Aklıma geldi, ben de zamanında makarna pişirmeyi bilmezken bütün gün uğraşıp fırında bolonez soslu makarna yapmak için uğraşmıştım. Sorsam, hatırlamaz bile (Yok, yok hatırlar, canım benim 🙂 İnsan der ki, “hindiyi yetiştirmek maharet değil, maharet yetiştirip lezzetiyle soframıza konmasını sağlamak!” Baştan baskın olacaksın canım. Yoksa zaten zaman içinde Karaman’ın koyunu, sonra çıkıyor oyunu.
Uzun lafın kısası…Sevgili Uyum, ben şimdiye kadar hiç hindi pişirmedim, henüz o mertebeye ulaşmadım. Eti sert olur filan bahane. Sana yardımcı olamadım, kusura bakma ama ileriye dönük ilişki danışmanlığı yapabilirim. Sana ve Serhan’a mutluluklar dilerim. Ne kadar zamandır birliktesiniz bilemiyorum ama hindi pişir veya pişirme, iyi olsun veya kötü olsun, ne yap yap evlenme teklif ettirt kendine. Evlen demiyorum ama teklif etsin. Onun için abisinin yetiştirdiği hindiyi pişirecek kadar seviyorsan onun fazlasıyla bunu hak etmesi lazım.
Sevgiler, size mutlu ve bereketli bir yıl dilerim…
Ben anlatayım biraz.. Serhan’ın abisi sahne tasarım okumuş ama hayvancılık (öyle büyük çaplı filan değil, işte böyle bayramda seyranda 3-5 hayvan satarak idare ediyor) yapan sanırım Türkiye’deki tek adam 🙂 Serhan Bodrum’lu, ben İstanbul’luyum ama Faralya’da (Kelebekler Vadisi’nin olduğu köy) büyüdüm. Anam babam daha köyde yol su elektrik hiçbir şey yokken göçtüler Faralya’ya. Dolayısıyla görüntüm şehirli olmasına rağmen bütün ruhumla ve her şeyimle dağ taş doğa köy bayır hayvan ot bitki doğal seviyorum. Temizlik yapmayı çok severim, eh evim derli topludur, ütüyle vs bir derdim yoktur ama yemek yapmayı sevmem. Daha doğrusu yemek yapmak zorunda olduğum zaman bunalıyorum, daralıyorum, ama beni kendi kendime bırakırsan böyle sağdan soldan minik minik birşeyler yaparım ama “hanım akşama ne yemek var” sorusuna hırlama olasılığım çok yüksektir. Neyse ki allah dağına köre kar veriyor, Serhan’ın hayatta iki eli kanda olsa ihmal etmeyeceği tek şey yemek yapmak. Dolayısıyla 5 senedir mutlu mesut oturuyoruz birlikte. Sizin blogu okumaya başlayalı beri (ki buna da Livaneli’nin Serenad kitabında imla hataları var iddiamla yapmaya başladığım araştırma sonunda nail oldum) ufak tefek bir şeyler denedim, bir de (ayıp olmaz di mi sizi başka tariflerle aldatsam) miss gibi diye bir blogun tarifleri hoşuma gidiyor. Çünkü gerçekçi! Orada yazanı koyuyorsun oluyor! Zaten bence yemek yapanlar ikiye ayrılıyor, bir buzdolabını açıp ne varsa onu yemeğe dönüştürebilenler bir de benim gibi elinde kitap gramı gramına orada ne yazıyorsa onu yapanlar. ha bu iki yemek arasında tat farkı var mıdır? Mutlaka. Bence var. Her neyse diyeceğim odur ki evlenme teklifini daha ilk aydan hallettik biz de ben evlenme taraftarı değilim pek. İkimiz de düğün dernek olayından, kalabalıklardan hiç haz etmiyoruz. Ha al iki şahidi git kıy nikahını, evet senede bir gün oturup bunun muhabbetini yapıyoruz, sonra tavsıyor. Yani bizimkisi biraz zaman aşımına uğradı. Sanırım bizi çift olarak tanıyan kimse evlendik mi evlenmedik mi, düğün oldu muydu olmadı mıydı hatırlamıyor bile. Velhasıl kelam herkes beni olduğum gibi kabul etti artık, bundan sonra önlerine gelen “aşlar” sadece o gün şanslı olmalarından kaynaklanıyor. Mesela lahmacun ve daha dün gece denediğim yumurtalı pilav olayı gayet başarılıydı. Serhan üstüne ketçap mayonez koydu ama olsun, sonradan ben de ketçap koydum, oluyor valla. Hem Çin yemeklerini adam etmek çok iyi bir fikir çünkü ben Çin yemeğine bayılırım, oysa Serhan’ın ilk tepkisi eve Çin yemeği istediğimizde “ekmek yollamamışlar” oldu. Sonra değişik değişik denemek için söylediğimiz çeşit çeşit yiyeceklerin hepsine birer kere ekmek bandırdıktan sonra Çin yemeği sevmediğine karar verdi. Eh dün gayet afiyetle yedi yumurtalı pilavı! Leziz! Ayyy çok uzattım. Sabah sabah. Ha bu arada yoğun tepki sebebiyle hindiden vazgeçildi. Onun yerine anamdan öğrendiğim 3-5 yemekten biri olan (çünkü annem zaten o kadar yemek biliyor, annem tuhaftir biraz, fazla doğal, fazla vitaminleri ölmesin filan derken onun yemeklerinin tadı diğer normal insanlara biraz “zayıf” geliyor diyebiliriz) Dalyan Köfte’ye karar verildi. Yani bu sefer kabak tam tamına benim başıma patladı. Hani hindiyi denedim olmadı deme şansım vardı, ama artık yok
Dalyan Köfte, hani şu ortasına havuç sokulandan.. Neyse… Ölmedik daha. Yaparız! Sevgiler…
Müsait bir zamanda sana layık bir cevap yazacağım. Sevgiler.
Sevgili Uyum,
İyi ki geldin bloga, neşe getirdin valla..
Ben de yemek yapmayı seviyorum ama ev işinden nefret ediyorum. Annem çok titizdi, ondan böyle oldu. Pasaklıların eğlenceli insanlar olduğuna çocukken karar vermiştim ve ben de eğlenceli olacaktım. Bir de temizlik çok nankördür ama yemek işi öyle değil. Kimsenin evi çok temiz diye eş dost arasında nam saldığını görmedim, oysa iki çeşit şeyi iyi pişirdin mi adın onunla anılmaya başlıyor. Şöhret düşkünü müyüm, neyim?
Sizin evlilik meselesine gelince…Bek dediğim gibi. evlenip evlenmemek mühim değil, maksat adet yerini bulsun. Ben de sevmem öyle teferruatlı şeyleri. O sebepten biz de düz nikah sonrası onbeş kişi gidip deli gibi eğlenmiştik. Şimdi olsa (13 yıl sonra) nikahın eziyetine bile katlanmaz, gider yurtdışında konsoloslukta evlenirdim.
Şimdi burnumu sokmazsam olmaz, beş yılı geçen birlikteliklerde artık çocuk zamanı çoktan gelmiş de geçiyor demektir. Sen kaç yaşındasın bakiim? Bak yeni blogda açtım, “Bildiğiniz Anne” diye, süper anne modeli karşıtı. Acayip ayar oluyorum bu yeni nesil ideal çocuk yetiştiren annelere, o yüzden böyle bir şey yapmayı gerekli buldum. Seni çocuk konusunda teşvik etmemin tek sebebi de bloga okuyucu kazandırmak için, başka bir şey için değil.
Son olarak Serhan’ın abisi 3-5 hayvan satarak nasıl geçimini sağlıyor, ben ona takıldım. Mutlu olduğu kesin de ben bilmiyordum hindinin böyle değerli birşey olduğunu.
Yapınca olan yemekler için “Lezzetli Öyküler”e de bakabilirsin. Övünmek gibi olmasın, ben yazdım. Aslında maksat yemek tarifi vermek değil, öykü yazmaktı ama olsun. Bence güzel oldu. Hem de çok güzel.
Dalyan köftenin ortasına havucun yanında haşlanmış yumurta koymayı unutma.
Serhan’a selam.
Sevgiler…
bendeniz 35 yaşındayım efendim, nüfus kağıdı 1976 der.. çocuk olayı bizde sorun değil, hazır var… nasıl yani dediğinizi duyar gibiyim. bu arada ben “siz” demekten vazgeçiyorum. zaten siz diye diye sanki 23 yaşındaymışım gibi bir his uyandırdım değil mi? ama çıtır görünüyorum valla 🙂 neyse efenim şöyle ki şimdi Serhan Bey benden önce her yağız Bodrum’lu genç gibi (kötü bir genelleme gibi görünüyor ama maalesef doğru, ama konu Serhan olunca aslında içeriği o kadar kötü değil) bir zamanlar kendine bir Alman/İtalyan bir sevgili yapmış ve de aşklarının meyvesi olarak ortaya Melissa çıkmış. Ben Serhan’la tanıştığım zaman Melissa 2.5 yaşındaydı ve yaklaşık 1.5 senedir görüşmüyorlardı.. Ama şimdi hemen hemen 6 ayda bir 2 haftalığına geliyorlar. En son anne, Melissa ve 1.5 yaşındaki yeni kardeşle birlilkte burdalardı. Ben Melissa’yı kendi kızım gibi sevmenin dışında Jasmin’i de hayatta en çok sevdiğim can dostum kadar sevdim. Bir kere komik olan birbirimize tarz olarak çok benzememiz. Bizimle aynı sürede onun da Almanya’da bir ilişkisi var. Yani Melissa için 2 anne 2 baba dünyanın en normal olayı. Yalnız en son Marlon burada Melissa’dan duyduğu için Serhan’ın arkasından “baba baba” diye koşmaya başlayınca hatlar biraz karıştı ama olsun, biraz büyüyünce ona da anlatacağız 🙂 ben Serhan’la tanıştığımda zaten çocuk istemiyordum. ben, herkesin çocuk yapması “gerekmediğine” inanan insanlardanım. mutlaka çocuk çok güzel bir histir, ortaya çıkınca insan kendini anne gibi hisseder vs. ama Jasmin bana Melissa’nın üzerinde full hak iddia etme hakkı tanıyor ve bir anlamda 2 kişi bir çocuğu (gerçi artık iki oldu ama ben birinden sorumluyum) yetiştiriyoruz ve çok mutluyuz. dünkü yazıyı okudum, yeni bloğu biliyorum ama ben bu bloğu okumaya devam edeceğim sanırım 😛 yani gerçi o bloğa da üye olmak için illa anne olma şartı aramıyorsundur herhalde. aynı mükemmel anne, mükemmel çocuk yetiştirme, mükemmel besin olamayacağı gibi bence her kadın anne de olmamalı. doğası, eşiyle ilişkisi, mantalitesi anne olmaya elverişli olmayan insanlar anne olunca işte ortaya çok fena örnekler çıkıyor ki belli bir yaştan sonra r verip çok mühim bir şey yaptığını düşünenler de bence bir noktada bu kategoriye giriyor. balkonda sigara & votka içerken Melissa dövme yaptırmaya karar verince acaba hangimiz müdahele etmeliyiz diye tartışmak bence çok eğlenceli, ama gel gör ki Melissa bizim kızımız olsaydı ben Serhan’ı bir kaşık suda boğardım. Ki Jasmin de bu hislere sahip, ama artık birlikte olmadıkları ve arada ben olduğum gibi medeni bir ilişki içerisinde herkes birbiriyle gayet mutlu mesut yaşıyor.
allahım online günah çıkarıyor gibi hissettim kendimi.. yılbaşı arifesi bu kadar yeter mi? yeni yıla en az ismim kadar tuhaf aile hayatımdan esintilerle girmek sana ne kadar iyi gelir bilmiyorum selgin’cim…
bu arada doktorluğu bıraktıktan sonra şimdi ne iş yaptığını merak ediyorum. bloğu Serenad’dan beri takip ettiğim için sanırım eski yazırlarda bir yerde gizli bu bilgi, ama ben henüz denk gelmedim. dün limonlu pasta yaptım, bugün için deneme olarak. kek kalıbında yaptığım için ortası delik oldu ve sürdüğüm kremalar yokuş aşağı aktı ama genel anlamda tadı yerinde oldu. bugün düz bir zemin oluşturabilirsem olacak bu iş. dalyan köftede havuç tamam da yumurta olayına soru işareti koyuyorum.
ben böyle uzun uzun yazdıkça bana cevap verme stresine girdiğini düşünmek bile istemiyorum. hiçbir açıklama yapmak zorunda da değilsin. vaktin olunca 3-5 kelime yazacağını biliyorum, ne zam-man olursa hiiiiiç sorun değil.
kocaman sevgiler :*
Faydası : Vücudu kuvvetlendirir. Hasta olmayı önler. İdrar söktürür ve karında biriken suyu boşaltır. Böbrek ve mesane hastalıklarının iyileşmesine yardımcı olur. Mide ve bağırsak tembelliğini giderir. Sinirleri kuvvetlendirir. Yüksek tansiyonu düşürür. Bağırsak kurtlarını döker. Safra ifrazatını arttırır ve safra taşlarının dökülmesine yardımcı olur. Karaciğer kifayetsizliğini ve şişliğini giderir. Ateşi düşürür. Dişdibi taşlarını eritir. Cilde tazelik ve güzellik verir. Damar sertliği, mafsal iltihabı, romatizma, ve nikriste de faydalıdır. Şeker hastaları da yiyebilir. Midesi zayıf olanlar suyunu içmelidir. Alerji yapabilir.
http://sifalibitki.biz/cilek.html