Etiketler

, , , ,


İnsan ne için sabah saat beşte kalkar? Benim bu soruya olası cevaplarım şöyle:

–         Saat 08:00’de kalkacak uçağa yetişmek için

–         Eskiden olsa ders çalışmak için

–         Kitap okumak için (hiç de garip değil…)

–         Herkes uyurken film izlemek için

Artık şükür ders çalışmak zorunda değilim. Eve iş getirmeme prensibimi de katı bir şekilde koruyorum ki bu benim gibi yaşamına hep bir düzen getirmek isteyip başaramayan biri için büyük bir başarı.

Eskiden, öğrenciyken sabah saat dörtte kalkar, altıya kadar ders çalışır, okula öğle giderdim. Gurur duyarak söyleyebilirim, tıp fakültesini böyle günde iki saat çalışarak sene veya dönem kaybetmeden bitirdim. Ne eksik ne de fazla…günde iki saat. Hani üniversite sınavı birincileri kendilerine nasıl başarılı oldukları sorulduğunda “Günü gününe düzenli çalıştım,” diye cevap verirler ya, aslında doğru. Belki ben de iki saatle yetinmeyip dört saate çıkarsaydım bir derecem olurdu. Hiçbir zaman böyle boş şeylere özenmediğim, fakilte dereceli de derecesiz de bittiğinde herkes aynı diplomaya sahip olduğu için bana göre iki saat hep yeterliydi. Bir de insan üniversiteye gelince kimse hangi dersten kaç aldın diye sormuyor. Hele ki bizde olduğu gibi ilk yıl onbir dersin ikisinden kalınca sınıf tekrarı söz konusu olunca ebeveynler baraj elliyse elli ikiyle geçtiğinizde mutlu bile oluyorlar. Ders geçecek kadar çalışmaktan söz açılmışken aklıma başka bir şey geldi.

Üçüncü sınıfta sadece beş dersimiz vardı ama hepsi birbirinden zor.  Benim en sevmediğim ders de mikrobiyolojiydi. Finalden önceki akşam saat altıdan ona kadar çalıştım, tamam dedim, ellilik yaparım ben artık. Sonuç, kırksekizle kaldım. Yani küçük bir hesap hatası yapmışım.

Neyse konu nereden nereye geldi. Artık öyle sabahın köründe kalkamıyorum, zira rutin kalkış saatim beş kırk beş. Bir de eskisi gibi gamsız, sorumluluklardan arındırılmış bir yaşam sürmüyorum ne yazık ki. Bazen Shrek gibi eski hayatımdan (öğrenci, baba evi, soba, vs…) sadece bir gün yaşamak istediğim oluyor ama sonra Shrek’in başına gelenleri hatırlayıp vazgeçiyorum. Nadiren kitap okumak için haftasonları altıda kalktığım olmuyor değil.

Dün büyük bir fedakarlıkla saati beşe kurdum. Sırf aşağıda gördüğünüz ekmeği pişirmek için.

Ee..sen hep ekmek pişiriyorsun, ne gerek vardı ki saat beşte kalkmaya demeyin lütfen. Bir kere bu bildiğiniz ekmeklerden değil. Ne özelliği var, diye soracak olursanız (sormaya da bilirsiniz ama ben yine de söyleyeceğim), bu ekşi maya ekmeği.

Ekşi maya ekmeği için önce ekşi mayanız olmanız lazım ki, onu yapmak için bir hafta uğraşılıyor. Hadi itiraf edeyim ben o safhayı pas geçtim, bir yerden bir kullanımlık maya aldım.

Aslında evde ekmeğe ihtiyaç da yoktu ama ben yapıp yapamayacağımı görebilmek için evde ekmek ihtiyacının baş göstermesini bekleyemedim.

Pazar günü kahvaltıyı topladıktan sonra mayaladım ve yaklaşık yirmi saat hamurun mayalanmasını bekledim. Sonrası malum…gün pazartesiydi, başka zaman yoktu, ben de beşte kalktım ve ekşi maya ekmeğimi pişirdim..

Pazartesi sabahı evdeki diğer bireyler uykunun beş dakikasının hesabını yaparken ben tangır tungur tepsi senfonisi çalıyordum. Şükür ki, pre-ergen top atılsa uyanmıyor, ufaklık zaten hep tilki uykusunda, Bizim Bey deseniz o zaten  meslek icabı abuk sabuk saatlerde uyanmaya alışık.

Sonuç…böyle mis gibi, ekşi maya kokan, iri gözenekli iç dokusuyla kabuğu bile lezzetli köy ekmeğini bizim evin mutfağında pişirmeyi başardım. Böylelikle hafta benim için mükemmel başlamış oldu. Yine de söylemeliyim, daha iyi olabilir. Bence bunun için mayanın daha iyi olması gerekiyor ve üşenmeyip kendi mayamı yapmaya karar verdim. Hatta, şimdi yazarken aklıma geldi, bu ekşi maya üretimi maceramı da defterime yazmalıyım.

Yani…bu da böyle bir yazı oldu işte…