Çocukken kendi kendime programlar, çizelgeler filan yapardım. Güya bunlara uyunca daha başarılı olacaktım. Hiçbir zaman olmadı.
Uzun zaman diyet yapma ihtiyacım olmadı. Kırka yaklaştıkça, hele de ikinci çocuktan sonra biraz yapmam gerekliydi. Yapamadım.
Sonbaharda bir defter almıştım. Güzel bir defterdi, üstünde kedi resimleri vardı. Halbuki ben kedi hiç sevmem. Neyse, bir sayfada haftanın dört, birinde üç günü vardı. Her güne taş çatlasa benim yazımla beş satır sığardı. Öyle kısa kısa, bazen tek kelimeyle günlere dair not alacaktım. Bir ay geçti, geçmedi…Olmadı. Belki üstünde kedi olmasaydı da çiçek olsaydı, yazardım. Aslında çiçek de sevmem. Hoş, bunların hepsi bahane.
Alıp da okumaya yetişemediğim kitaplar birikti…birikti. Yüzdü, üç yüz oldu, belki de şimdi beş yüz.
Geçen yıl bu zamanlardı. Tam gaz birbiri peşisıra yazıyordum, Lezzetli Öyküler’in biri diğerini çağırıyordu. Uzun zamandır bunu beklemiştim.
Sonrasında blog macerası geldi. Bloga başladıktan kısa süre sonra bir yazı yazdım, bir günde binler okudu. Hatta bir günde sekiz bin hiti görünce şaşırdım.
Blog ayrı bir dünyaydı benim için. Onu mu yazayım, bunu mu yazayım derken, baktım her şeyi yazar oldum. Yediğim, okuduğum, gittiğim, gördüğüm, pişirdiğim, izlediğim…
Ben maymun iştahlının önde gideniyimdir. Hele ki bir iş yoluna girmeye görsün, işe yarayacak gibi olsun, bırakırım.
Bak şimdi kulağım çınladı, sol kulağım. Zira biri bu sebepten adımı anmakta.
Neyse…mevsim yine kış. Kışı severim ama yağmurlusunu. Kar boğar beni ve ben bu yıl boğuldum bu kıştan. Günlerdir bu soğuk günlerin ardından gelecek baharın hayalindeyim.
Bir de…nicedir her yanıma iğneler batmakta, çeşit çeşit. Çıkarmazsam onları olmaz. Temizleyeyim ki onları, ancak rahata ereyim.
Zaten seyyah yine yollara düşecek, otel odalarının kimsesizliğinin ıssızlığında kendine dönecek.
Kedili deftere yazamadım kısa kısa ama başka bir yerde bir takvimin üstüne garantisi olmayan bir hayatın günlerine dair nakışlar işlenmekte.
Lakin ben hayatın plana, programa gelmeyeceğini iyi bilirim. Malum insanoğlu bir var…bir yok…
Neyse, benim iğneleri temizlemem lazım.
Arada size oralardan, gittiğim yerlerden yazarım. Bir de tabii, okuduğum kitaplardan çok sevdiklerim olursa onları da size anlatmam lazım.
Size klasik kokteyllerden üç içki borcum var, aklımda. Hem de en güzelleri kalmıştı ama olsun, makul zamanda birlikte içeriz yine.
Öyle yani…
Ben kesinlikle yazıları özleyeceğim. Özellikle kitaplı ve yemekli olanları. Bekleyeceğiz dönmenizi 🙂
Niyetim temelli gitmek değil. Sadece görev halinde blog yazmak istemiyorum, o kadar. Ara ara uğrarım buralara.
yazıda her bir şeyde bu kadar kendimi bulurum.bu sene ben de aldım ajanda,yapacağım dediğim herşeyi unutuyorum çünkü.şimdi ajandama yazıp yapmıyorum birşey değişmedi….hatta şimdi daha kötü öncesinde unutuyordum aklıma geldiğinde hayıflanıyordum.şimdi yazıp da yapmadığım ve ajandamı her açtığımda yapmadıklarımı gördüğümden kendime daha kötü davranıyorum.pöf.
Her çantamda bir defter var ama hep sayfaları boş desem…
ayol klasik blogcu depresyonuna girmişsin =).. yok ki mecburiyetin blog burası.. gelip üff yazıp gidebilirsin bile.. =)..
biz kedi gibi kapıda yalanıpbeklesek de.. redırda haber gelincekoşa koşa peşine düşsek de.. bu sana bi sorumluluk getirmez.. üff yazmış bi de buraya kadar yorulduk filan demeyiz..
ben çoook terkedip geri geldim.. bak şimdi ne sakinim bazen günlerce yok bişey bazen bi şişiyorum.. diyorum bunu sadece blog okurları blogcuğum anlar.. =) defter bulamıyorum bloğa yazıyorum bazen.. =).. hadi rahat ol.. keyifli ol.. öpeyim de kocaman olmaz mı.. yaz çiz.. onu bunu dene.. özle sonra.. no output without input.. =) bilirim bilirsiniz bilirler..
atalet..
Çok tatlısın Atalet…
Biliyorum mecburiyetimin olmadığını ama böyle kendimi mecbur bıraktım işte ve sıkıldım. Sorumluluk duygusu fazla gelişmiş olunca böyle oluyor galiba. Bir de bir şey sürekli oldu mu sıkılırım ben, bu sebepten kağıt oyunu da oynayamam. Bak örgüyü de bıraktım, zaten.
Başta zevkle yazdıklarım bana anlamsız gelmeye başladı. Benim okuduğumdan, pişirdiğim yemekten kime neydi ki?
Ben blogu yazdığım öyküleri bir şekilde yayınlamak için açmıştım. Nedense oldum olası o edebiyat dergilerinin elit enteljansiyasını sevmedim, o biz biliriz ve buralar bizden sorulur, öyle kolayına girilmez aramıza tavırlarını. Ben böyle algıladım belki de. O sebepten kimselerin yazdığım öykücüklerim yayınlansın diye burun kıvırmalarına dayanamazdım ve ben de kendim yayınlamaya karar verdim. Ama öyle “ben blog açtım,” demekle okuyucu edinilmiyor. Gün be gün tırnaklarınla topluyorsun okurunu. Kime ne anlatıyorsam…komik oldu bunları senin gibi yılların blogcusuna yazmak.
Şimdi yeni öykülerim geldi, onları yazmalıyım. Dört tane oldular şimdiden, diğerleri de sıraya girdi, bekliyorlar. Nasıl heyecanlıyım bir bilsen, Atalet… O yüzden blogu seyrekleştireceğim asla terk etmiyorum. Toparlayayım öykücüklerimi, yine burada ilk blog okurlarımla paylaşacağım. Senin gibi öyle çok sanal arkadaşım oldu ki…İyi ki varsınız.
ben aslında haydi cevaplamayayım dedim.. ama.. şunu söylemeden geçemeyeceğim.. ilk bloğumda.. tr’nin blogları yeni keşfettiği zamanlarda.. aslında tıptan kaçış için açmıştım bloğu el işleri vırt zırt.. derken deli gibi okuyanım oldu.. derken.. ben sana geldim yorum ettim.. sen bana gelmedinler.. filan zaten sıkılmıştım hayattan.. blogdan.. kadınlardan.. alaturkalıktan.. hayyyyy dedim.. sorumluluk yazmakla kalsa neyse.. bi gün yazma nerdesin ne oldular filan benim ruhum daralır gelemem öyle.. gittim kendime ataleti açtım.. =).. bir de kural listesi ekledim.. http://atalet.blogcu.com/blog-kararlari-ve-kurallari/752497.. kuralsızlık kuraldır şeklinde bir iyi geldi.. derken zaten nerdeyse atalet kadın bir karakter oldu.. atalet sultan filan derlerdi bana o zamanlar.. çevremde kimseye de söylemedim bloğu.. gizli ilişki gibi.. pek heyecanlıydı.. süper de bir grubum oldu.. eski blogdan bir kaç kafadar.. gizli gizli bil bakalım şeklinde iz bıraktım gretel gibi.. 1 ocak 00.00 da.. açtım neti.. bay bayyyyy dedim ehlikeyifi.. kıyamet patırtı.. sanırsın hükümetim istifa ettim.. dönmedim oraya.. atalette de bazen beş yazı girdim bazen bir bile girmedim.. burası iyi böyle.. bazen ben bazen çevremdekiler bazen ağır edebi bazen hafif meşrep.. seviyorum bunu.. yani demeye çalıştığım şu.. seninki elbet kitap ve yemekle bağlantılı ve kitabınla bağlantılı.. daha mesleki.. =P.. o da sana sorumluluk duygusu veriyor.. oku cevap yetiştir.. arada başkalarına da bak.. cevapla.. zor zanaat.. ama senden bir on yıl kadar öndeyim yaşamda.. iki çocuk çalşıan kadın.. hem de perfeksiyonist hem de zeki hehe.. al sana bir ellide hayat yorgunu adayı..
aç kendine bir cep.. kumhavuzu niyetine.. demeye çalıştığım odur.. sorumluluk duygum hiç yok bak şimdi.. bir hafta girmiyorum.. bir hafta sonra.. sevdiğim üç dört kişi var zaten okuyorum .. yorumluyorsam yorumluyorum.. ay ama şeyini çıkardım.. uzunluktan..
öpsem de gitsem ya ben..
Yok, kesin haklısın. Belki de şimdilik burası ömrünü doldurdu ya da iyimser olayım, yoruldu. Az evvel diğer tarafa, bildiğiniz anne’ye gittim de geldim. Ay nasıl iyi geldi bir bilsen… Bir şekilde yazmalıyım ama oldum olası iptilayı zaten ben buna. Ama bir de yazarken eğlenmek istiyorum. Sanırım bildiğiniz anne bana bunu verecek. Şimdi tam kıvamında, okuyanı filan da yok. İstediğim kadar atıp tutabilirim. Herhalde annelik konusunda ahkam kesecek son dişilerden biriyim ama olsun, belki mükemmel çocuk yetiştirdiğini iddia edenlerin karşısına bir gün büstümü dikerler, kim bilir?
Bir de itiraf edeyim, ben blog yazmadan önce kimseyi takip filan etmiyordum, birileri beni takip ettikçe, kimmiş ulan bu? merakıyla kendi dişime göre birilerini buldum. Buna sen dahil. Senin yazılar başta yoruyordu beni ama alışınca tarzını çok tuttum.
Neyse…Hiç gelemem öyle kontrollü ilişkilere, gönül koymalara filan.
Yemek yazıları bitsin ama. O domestik haller baydı beni.
Son: yorumun uzunluğundan beni sevdiğine kanaat getirdim ve şımardım.
Klasik blogcu depresyonu neyse ondan ben de tadıyorum zaman zaman. Severek yapılan bir işi görev haline dönüştürmek huyu bende de var maalesef:-(
Evet birincisi görev haline gelmesi, ikincisi de klasik kendimden sıkılma atağıydı yaşadığım. O yemek, ekmek yazıları bir baktım üstüme üstüme gelmeye başladı, o domestik haller gerdi beni.
Bir de okuduğum kitapları bloga nasıl yazarım, diye düşünmekten zevkle okuyamaz oldum. Zaten bence kitap yazılarında başlardaki tarzımı da kaybetmeye başladım.
Son; yeni temamın üzerinde çalışacağım güya ama blog yazmamın ya da yazmamamın çalışamamamda aslında etkisi yok. Bahane işte…