Etiketler

, , , ,


Sabahları 45 dk-1s. kadar zamanım trafikte geçiyor. Şikayetçi değilim bundan. Aksine kendi kendime kalmam, düşünebilmem için sahip olduğum yegane zaman dilimi.

Zaman zaman nasıl bir koşturmaca içinde olduğumu anlatıyorum. Bazen bu lokomotor hareketlilik zihinsel düzeyde de olduğunda iş çığrından çıkabiliyor. Şu günlerde olduğu gibi. Belki de iki gündür o anlaşılmaz dialogları o yüzden yazıyorum. Onlar buzdağının görünen parçacıkları gibi sanki. Siz sevmediniz ama onları ben seviyorum. Bana iyi geliyor.

Zihinsel hareketlilik demişken, şu günlerde işle ilgili olan veya olmayan üç tane procem var. Birini kendi ellerimle torpilledim, zira üçünün heyecanı bende dizginlenemez bir hal yarattı. Şimdilik ikisi yeterli. Biri zaten biten bir şey, son rötuşlarla gün yüzüne çıkmayı bekliyor. Torpillediğim ütopik bir şeydi zaten. Üçüncüsünde bir ortakla ilerliyorum. Hani olur da altından kalkarsak süper ötesi şahane bir şey olacak. Onu da ola ki torpillerim diye yanımda birisi olsun istedim. Çünkü yaparım, kafamda geliştirir geliştirir, gerçekleşmesi halinde elde edeceğim manevi tatmini düşünce aşamasındayken aldığımı düşünür, yarım bırakırım.

Öğrenciyken en büyük zevklerimden biriydi. İlk yazılılardan en az sekiz dokuz alır sonrakilerde iki veya üçü çeker, son yazılı da artık ne gerekiyorsa beş veya altı alır bırakırdım. Bir iki dönem sonra vazgeçtim bundan. Hem sıkıldım hem de biraz tehlikeli ve çocukça geldi.

Acaba bunu biraz da babamın sözünü kara çıkarmamak için yapmış olabilir miyim, şimdi yazarken o geldi aklıma. İlkokulu bitirdiğimde bana “Sen 7’liksin,” demişti. Gerçekten de 7’lik oldum. Diploma notlarım hep yedi küsürdü. 7,5 olmadı ki kafamda yuvarlayıp sekiz yapayım.

Aslında size bu sabahı rutin bir sabahım olarak anlatacaktım. Laf nereden nereye gitti.

Sabah beşi geçe uyandım. Gece iki veya üç kere kalkmıştım zaten, Defi yüzünden. Telefonumu mutfakta bırakmıştım, bekledim ki beş buçuk olsun da kalkayım. Saat çaldı. Beklerken biraz daha yatasım gelmişti. On beş dakika ileriye bir kere kurdum. Beş dakika kadar daha yattım, sonra kalktım. Kahvemi koydum, mutfak masasına oturdum ve kitap okudum. Yeni bir kitap. Turing’in Hezeyanı. İki bölüm okuyabildim ve bırakmak istemedim. Of yani ki, ne off…

Sırasıyla Kem ve Defi’yi kaldırdım. Yani be onları kaldrımaya çalıştım ama onlar kalkmadılar. Saat ilerliyordu, 7’de çıkacaktım e saat 7’ye 20 vardı. Bir şekilde onları mutfak masasına oturtup önlerine çikolatalı ekmekelerini koyduğumda bir 5 dakika daha geçmişti. Defi’yi giydirdim, saçlarını taramadan yanlardan iki kuyruk yaptım. Elleriyle yokladı ve “Ör!…” die bas bas bağırmaya başladı. Baktım Kem önünde tabak, gözleri açık hala uyuyor, ona “Alo…duruyorsun!” dedim. Gerçekten uyanmaya benzer bir silkinmeyle kendine geldi. UyUşuk şekilde ekmeğinden ısırdı ve dakikada dört çene hareketiyle çiğnemeye koyuldu. Kendime üçüncü bardak kahveyi yaparken Bizim Bey’e bitki çayı hazırladım. Defi çikolatalı ekmeğini kesmemi istedi. Kesinde lokmalara ne yazık ki tam ayrılmadığı için  tabakta kahverengi tonlarında bir öbek oluştu. İkisiyle stabil bir konum elde ettiğime kanaat getirince Bizim Bey için peynirli omlet yaptım ve dilimlediğim bir domatesle tabağa, tabağı da bitki çayının yanına koydum. Kahvemin son yudumunu da içtim, dişlerimi fırçaladım.

Tam kapıdan çıkıyordum ki saatimi ve yüzüğümü takmayı unuttuğumu fark ettim. Ayakkabılarımı giymiştim. Mor saatimi ve yüzüğümü Defi’yle Bizim Bey getirdiler, taktım, çıktım.

TEM’de trafikteydim…