Etiketler
Dün sabah Antalya’ya geldim. Saat 8: 00 uçağıyla. Geçen yıl Trabzon uçağını kaçırma girişimimden sonra bende uçak kaçırmayla ilişkili bir hal hasıl oldu. (Uçak kaçırma derken yanlış anlaşılmasın, yani uçağa yetişememekten bahsediyorum. Şöyle bir okuyunca arada canım sıkılırmış, hava korsanlığı yaparmışım gibi hissettim 🙂
Dün yaşadıklarım ise fıkra gibiydi.
Perşembe’den beri Defi hasta. Ben ne kadar ukalanın önde gideniysem, o da o kadar inatçının önde gideni. İlaç içmemekte direndiği için bir türlü hastalığı geçmedi ve beş gecede toplasanız beş saat uyumadım. Bu Antalya seyahati için çalışmaktan önce gelen planım uyumaktı. Tabii ki de buna uçakta koltuğuma oturur oturmaz başladım.
Artık kaç bin fitteydik, bilmiyorum ani bir sıçramayla acayip bir kalp çarpıntısı eşliğinde uyandım. Sıçramamın sebebi görmekte olduğum rüyaydı. Rüyamda uçağı kaçırıyordum. Gözümü açmamla kaçırmadığımı anlamam bir oldu ama kalp çarpıntım uzun süre geçmedi.
Diğer arkadaşım Atatürk Havaalanı’ndan geleceği için bir saat kadar oturup onu havaalanı kafesinde bekledim, o sırada birikmiş maillerimi cevapladım. Yazdığım en manidar maillerden biri Müge’yeydi. Ona yayıncılık dünyasının katlanılması güç, snob tavırları hakkında aslında bildiği şeyleri anlattım. Yazdıklarımın olabildiğince umut kırıcı olmasına çalıştım ki, öyle kolay kolay yazar olmaya heveslenmesin, kırsın dizini blogunu yazmaya devam etsin. Sonra içim elvermedi bir olabilir yol göstermeden edemedim. Aslında benimki kelin merhemi olsa, kendi kafasına sürer hesabı ya, neyse…
Hadi size biraz Antalya fotoğrafı göstereyim.
Bu acayip bir semaver. Bence ciddi bir kişisel tasarım işi. Adam kesin oturmuş, düşünmüş…Bir semaverde nasıl iki demlik barındırırım diye. Sonunda da böyle bişiy çıkmış.
Bunlar sanırım Antalya’daki 7 Mehmet ve babası veya oğlu kardeşi, filan. Pek bir emin durup gururla poz vermişler, hoşuma gitti.
Yediğim en güzel salatalardan biriydi. Yeşillikler iri yapraklı, avakadolu, karnabahar, brokolili ve de bişiy domatesli. Domatesin adını unuttum. Tadı çok güzeldi. Alsam eve götürsem, dedim. Kilosunu öğrenince vazgeçtim. 30 lira civarındaymış. Artık bizimkiler cherry domatesle idare edecekler.
Bence günün, belki de son zamanların bombasıydı. Üstte duran ete bakmayın, o önemsiz. Onu her yerde bulursunuz, tandır. Ama altındaki… İşte o süper ötesi şahane bir şeydi. Bademli, kabak çekirdekli ve bergamutlu pilav. Hayatımda yediğim sayılı güzel şeylerdendi. Hemen eve gidince denemeye karar verdim.
Kireçte pişirilmiş kabak tatlısı da akıllara zarardı ya, neyse… Bergamutlu pilavdan sonra esamesi okunmadı.
Antalya fotoğrafı derken, deniz, park, bahçe filan zennetmemişsinizdir umarım. Zira kimseyi hayal kırıklığına uğratmak istemem. Bünyelere fena gelir hayalkırıklığı. Hani şu sıralar bizim evde kol gezen gripten olsanız daha iyi bile olabilir. Sarsar bünyeyi hayalkırıklığı, maazallah sonra zor toparlar insan kendini de ondan söylüyorum. Öyle yani…..