Etiketler
Üç Yaz, Can Yayın, Julia Glass, Suat Ertüzün, Yunan adaları, İskoçya
Temmuz ayında bir yaz günü, pazar sabahı balkona oturup bir kitap okumaya başladım. Bizim Bey nöbetçiydi, Kem yoktu, annemin yanında yazlıktaydı, Defi’nin değil kendisi fikri bile mevcut değildi. Kabaca bir hesapla zaman 2005 yazı olmalı.
Elimdeki yine bir kelepir kitaptı. Kelepir kitaplarla daha önceden okumadığım, güzel yazarlar tanıdığımı bilen biliyor artık.
Üç Yaz, İskoç bir ailenin McLeod’ların, birbirini ardısıra takip etmeyen üç yazda, geri dönüşlerle anlatılan hikayesidir. Paul ve Maureen McLeod’un üç oğlu vardır. Fenno ve ikizler David ve Dennis.
Kitabın ilk bölümünde Paul 1989 yılında bir seyahattedir, aylardan Haziran’dır. Teknede Yunan adaları arasında giderken yüzüne rüzgar çarpmaktadır. Maureen akciğer kanserinden ölmüştür ve Paul biraz da acısını unutmak için zorla bu seyahate çıkmıştır. Bu tekne gezisinde Paul, geriye dönerek evliliğinde iz bırakmış yaraları, Maureen’in bir komşularıyla olan ilişkisini ve yakın zamanda büyük oğlunun gay olduğunu öğrenmesini düşünür. Paul, bu gezide Fern adında, ressam, kendinden hayli genç bir kadınla tanışır, flört eder..
İkinci bölüm 1995’de geçmektedir, Paul ölmüştür ve çocukları cenaze için biraraya gelmiştir. Okur hikayenin bu kısmını Fenno’nun açısından okur. Üçüncü bölümde ise Fern 1999 yılından bize olanları anlatır.
Kitabın temel karakteri aslında New York’ta kitap dükkanı işleten Fenno’dur. Fenno dışındaki karakterlerin hepsi müzik eleştirmeni ve AIDS hastası olan Malachy de, hamile Fern de, bir evde birkaç aydan fazla yaşayamayan çocuk bakıcısı, fotoğrafçı, Fenno ile Fern’in birlikteliğine neden olan Tony yan karakterlerdir.
Kitabın konusu ile ilgili söyleyeceklerim bu kadar. Zaten üzerinden uzun zaman geçtiği için ayrıntıları çok fazla hatırlamıyorum. Yukarıda anlattıklarıma ek olarak sonunun gayet sürprizli olduğunu söyleyebilirim.
Gün boyu sadece birkaç kez tuvalet ve bir kez de yemek için yerimden kalkmıştım. Önümde bir sürahi buzlu suyla kitaba çakılıp kalmıştım.
Julia Glass’ın kendisi de bir roman karakteri olacacak kadar ilginç bir öyküye sahip. Üç Yaz onun ilk kitabı. Öncesinde bir uzun öyküsüyle Faulkner Society ödülü almış. Kırk altı yaşında, içinde dönmeye yer olmayan mutfaktaki masanın üstünde yazdığı Üç Yaz ile ise 2002 yılında, hiçbir yayınevi bağlantısı olmaksızın, Amerika edebiyat çevrelerinde bir bakıma ‘En İyi Aktrist Oscar’ına denk görülen ‘Ulusal Kurgusal Kitap Ödülü’nü 300 kitap içinden sıyrılarak kazanmış. Eleştrimenler onun hakkında “ 19. yy yazarlarının Jane Austen, Brontë kardeşlerin güncellenmiş hali,” diyorlar.
Julia Glass, Virginia Woolf’un “Yazmak için kendine ait bir oda gereksinimi,” söylemini reddediyor. Bununla da kalmıyor birçok yazarın aksine hergün yazmanın gerekli olmadığını, yazmanın kafanın içinde süregiden bir şey olduğunu, en iyi duşta ve trafikte yazıldığını iddia ediyor. (Bu parantezi açmazsam içimde kalır. Bu satırları okuduğumda ‘İşte budur!” dedim. Malumunuz, ben de Lezzetli Öyküler’imi esas olarak sabahları Bostancı-Kavacık arasında TEM trafiğinde sıkışmış halde kafamda yazıp, akşamları da sadece klavyenin tuşlarına basıp kafamdakileri kaydetmiştim. Hani, böyle de kendime pay çıkarır, kendi adıma geleceğe dair umutlanırım.)
Uzun lafın kısası, Julia Glass her zaman denk gelmeyecek, farklı bir yazar. Kendi deyimiyle “Onarılması imkansız kalp kırıklıklarından sonra nasıl yaşadığımızı yazmak,” istemiş, yazma eyleminin fabrikasyon olmasını manasız bulan birisi. Dilimize çevrilmiş ne yazık ki başka bir kitabı yok. Üç Yaz ile Julia Glass’ın dünyasına bir giriş yapabilir, sonrasında mümkünse orjinal dilinde devam edersiniz.
O Temmuz gününden birkaç gün sonra beni yolda gören bir komşumuz, bütün bir gün boyu yerimden kalkmadan okumama hayret ettiğini, söyledi. “Ne kadar güzel olduğunu bilseydiniz, siz de yerinizden kalkmazdınız,” dedim.
Son olarak bu okuma keyfinde çevirmenin, Suat Ertüzün’ün, de payının büyük olduğunu belirtmeliyim.
Öyle yani…
P.S. Geçmişte okuduğum bir kitap olduğundan aklımda kalanları kontrol etmek için biraz yardım aldım. Yardım aldığım yerleri merak edenler için oraya, şuraya, bir de buraya bir tık.
Ben de blogumu aynı tarif ettiğin gibi yolda, trafikte, duşta, birşeyler hazırlarken kafamda yazıyorum. Hatta bazen rüyamda. Sonra kalkıp yazıya döküyorum. Bu konuyla ilgili yazmayı da düşünüyorum..
Bir süredir blogunuzu izliyorum. Yazmak, nasıl , nerede ve neden yazmak konuları benim için de çok önemli. Bir de kitabınızı merak ediyorum. Lezzetli Öyküleri. Nasıl edinebilirim, sevgiler.
İnternetten satın alabilirsiniz ya da adresinizi gönderirseniz ben size ödemeli olarak imzalayıp yollayabilirim. selgingb@gmail.com.
Sevgiler…