Etiketler
2012 Avrupa kupası, basketbol, Beşiktaş, doğumgünü kutlaması, Reina
Dün, dört günün üstüne evime, aileme adadım kendimi. Azıcık sıradışı bir akşam olacaktı. Bizim Bey’in doğumgünüydü.
Sabah önce en sevmediğim işi yaptım, valiz boşalttım, sonra bir posta çamaşır yıkadım. Ben yokken yıkanıp ütülenmişleri dolaplara yerleştirdim. Norveç’te yediğim domatesli, soğanlı ekmeği yapmak üzere hamur mayaladım. Markete gittim, alış-veriş yaptım. Eti marine ettim. Akşama ana yemeğin külbastı olduğu bir menü planlamıştım.
Sesil geldi, yeni AVM BuYaka’ya gittik. Doğumgünü hediyesi aldık. Eve geri döndüm, akşam yemeği hazırlığına başladım. Bir gece önce eve çok geç gelmiştim, güya gün boyu dinlenecektim.
Yemekten sonra ailece balonla becerimizi sınadık. Feci beceriksizdik, yaklaşık 1 saat uğraştıktan sonra yapa yapa ancak bu köpeği yapabildik. Saat ona kadar çocukları oyalayacaktık, yorgunduk, uyuyacaktık.
Saat dokuz buçuk gibi Sesil’ler uğradı. Bizim Damat’ın takımın menajeri olması itibariyle Beşiktaş’ın basketbolda Avrupa Kupası almasını kutlamaya gidiyorlardı. Hadi siz de gelin, dediler, davet ettiler. Yok, biz gelmeyelim, dedik. Uygun olur mu, filan, feş mekan. Sonra baktım giyinmişim, makyaj yapıyorum.
Çocukların pijamalarını giydirdik, arabaya bindik, ananeye gittik. Ay ben üç kat merdiveni çıkamam, bacaklarım hala ağrıyor, dedim. Bizim Bey’le Sesil çocukları ananeye çıkardı. Anane Zeyno’nun gelmesini bekliyordu, akşamın sürprizi Defi’yle Kem oldu.
Kutlama Reina’daydı. Beşiktaş’lılar nasıl coşkuluydu. Bir gün önce ben Norveç’ten dönüş yolunda olduğum için maçı seyredememiştim. Bagaj beklerken Sesil sevinçle arayıp şampiyonluk haberini vermişti. Sabah annem, ben heyecana daha fazla dayanamadım, 3. çeyrekte seyretmeyi bıraktım, demişti. Eh, damadı takımın parçası olunca annem de artık basketbol maçı seyereder olmuştu.
Reina’da coşkulu bir kutlama yapıldı.
Sonuçta biz her ne kadar Fenerli olsak da bir Türk takımının kupayı almış olmasından gurur duyduk, sevince dahil olduk, kupa masamıza gelince en az Beşiktaşlılar kadar coştuk.
Baktık, sonra doğumgünü pastası geldi. Bizim Bey 40 oldu. Daha iki kırkım var yaşayacak, dedi. Aman, dedim, n’apıyorsun? Kazık mı çakacaksın bu dünyaya? Bayar valla… Bir de aşağıda gencecik kızlarla dans etmekte olan yaşlı adamaları gösterip, ola ki ben erken gidersem, sakın ola kendini maskara etmeyesin, dedim.
Kupayı da almış, tam giderken bir adam durdurdu bizi. Kupayla fotoğraf çektirmek istedi. Bizim Bey fotoğraf çekip dakkasında mail attı. Ertesi gün, artık birbirlerini twitterdan takip ediyorlardı.
Reina’dan çıktığımızda saat kaçtı hatırlamıyorum. Kupayı arabanın bagajına koyduk (damat menajer ya, yoksa ne alaka kupayı almak) çorbacıya gittik. Kırçiçeği. Arka masamızda pavyondan çıkmış gibi duran kadınlar vardı. Sesil gösterince dönüp arkama baktım. Bir tanesi öyle sert baktı ki, korktum. Gelip saçımı eline dolayacak sandım. Tuzlama geldikten sonraydı, yanımda etekli bir adam durduğunu gördüm, Halil Sezai… Dışarıda da Selami Şahin. Gecenin eğlencesi tamam olsun, dediler, Bizim Bey’ler gidip Halil Sezai ve Selami Şahin’le fotoğraf çektirdiler. Onlar fotoğraf çektirirken biz Sesil’le gülme krizine girdik. Mevzu neydi, en ufak bir fikrim yok. Ama güldüm, çok güldüm. Karnıma ağrılar girdi, neredeyse boğuluyordum.
Gece eve geldiğimizde sanıyorum üçü geçiyordu. Tam yatacağım sırada aklıma takıldı. Sesil üç kitabımı geri getirmişti. İkisi okuduğum, Persepolis ve Şahane Hatalar, diğeri okumadığım edebi paparazzi Pariste’ki Eş. Girdim, tuvaletten bozma kitaplığa, aramaya koyuldum. Bir türlü bulamadım Paris’teki Eş’i. Diğer ikisini koyduğuma göre o da orada bir yerdeydi ama bulamadım işte. Sonunda o daracık yerde eğil doğrul, iyice artan baş dönmeme yenildim, yattım.
Kapatmayı unutmuşum, saat altıda saat çaldı. Hay kafama bilmemne ediyim, dedim. Yediye kadar oyalandım yatakta. Sonra kalktım, kendime kahve yaptım. Kitap yine düştü aklıma. Girdim, tuvalete aranmaya başladım. Buldum ama sonunda. Yere, elektrik süpürgesinin arkasına düşmüştü. Kaldırdım, okunmamış kitapların tarafına koydum.
Saat sekizi geçe çocukları almaya gittim. Çoktan uyanmışlardı, ananenin yaptığı pankeklere nutella sürüp ağızlarına tıkıştırıyorlardı. Bir fincan çay içtim. Annemin çayı güzeldi, iyi geldi. Öyle yani…
şu etekli adam meselesi nedir, ona takıldım ben ya:))
Takılacak bir şey yok. Halil Sezai tarz yapmış, uzun, eteğe benzer bir şey giymişti. Ya da paçaları geniş bir pantolondu, ben öyle zannettim. Amaaann… Neyse ne! Neye güldüğümü bilmeyecek kadar sarhoştum. Halil Sezai’nin eteği çok da umurumdaydı.
Erken yatalim derken sabah uce kadar alemlere akmaniz da hos olmus valla. Keyfinize saglik. Ayrica nice yillara!
Hehhee… Güzeldi. Uzun zamandır böyle plansız, güzel bir gece geçrimemiştim.
ne keyifli bir yazıydı, ben de takıldım mı takarım illa bulacağım aradığımı:))
Aslında ben öyle takık değilimdir ama söz konusu kitap olunca biraz benim için farklı oluyor.