Etiketler

, , ,


Aslında herşey şöyle başladı. Bir tesadüf sonucu karşılaştığım Hayalet Acı’yı okuduğum sırada Twitter’da kitabın çevirmeni Nafer Ermiş’e rastladım. Bir zamanlar kendisini takip etmekteydim ancak o tumturaklı twitlerinden içime bay gelmesinden sonra izlemeyi bırakmıştım. O gün takip ettiğim birisinin kendisini RT etmesi sonucunda twitterda görünce dayanamadım ve “Kitap güzel ama çeviri hatası mıdır yoksa dizgi hatası mı karar veremedim, Türkçesi aksıyor,” gibisinden bir tw attım. Bunu takiben karşılıklı twitleştik ve sorunun dizgide olduğuna ikna oldum. Bu arada kendisi bana Tirza’dan bahsetti.

İnternette bir iki dolanma ile Tirza’dan “21.yy’ın en iyi kitabı, gelecek doksan yılda daha iyisi zor yazılır,” “N’olur kimse okumasın, böyle bir kitabı sadece çok az insan bilsin,” gibisinden yorumlarla karşılaşınca iyice meraklandım, derhal edindim, fazla bekletmeden okudum.

Arka kapakta yazılanlar konuyu çok güzel özetliyor.

“Kitap editörü jörgen hofmeester, son derece sıkıcı bir burjuva varoluşu içinde yaşayan emeklilik yaşının eşiğinde bir amsterdamlıdır. Roman, canından çok sevdiği iki kızından küçük olanı tirza’nın mezuniyet partisi için suşi hazırladığı sahneyle açılır. Bir Dostoyevski romanında olduğu gibi görünüşte sakin başlayan şeyler engellenemez şekilde açılacak, tırmanacaktır. Okur yaklaşmakta olan kader’in ayak seslerini işitir.

Romanın sayfaları açıldıkça hofmeester’ın sürprizsiz, sakin hayatının katmanları da belirsizliklere doğru açılır. Seneler önce, çocukluk aşkına kaçan karısı beklenmedik şekilde ortaya çıkar ve onun huzurlu, şık evini alaşağı eder. Gözbebeği tirza’sı erkek arkadaşıyla Afrika’ya gideceğini bildirir. Üstelik delikanlı Faslı bir müslümandır. Hofmeester bu gence baktığında 11 eylül saldırısını düzenleyen Muhammet Atta’dan başka bir şey göremez.

Her şey alaşağı olmaya devam eder. Hızla ve tuhaf bir biçimde. Küresel ekonomi çalkalanmaktadır. Hofmeester uzun yıllardır biriktirdiği servetini ve kendisiyle kızlarına kurduğu güven dolu geleceği bir gecede kaybeder. Artık her şey tekinsizdir.”

Tirza 21.yy da Dostoyevski üslubuna yakın bir teknikle yazılmış, insanı dumur edecek kadar güzel bir yapıt. Böyle hissetmemin sebebi belki de klasiklere olan amansız tutkum olabilir. Anlatı boyunca sürekli Tolstoy’a ve Dostoyevski’ye göndermeler yüzünden de her sayfada biraz daha hikayenin içine çekilmiş olabilirim. Geçmişe baktığımda bana bu sanat dalını sevdiren yegane eser Hemingway’in Yaşlı Adam ve Deniz’i olduğu için ilk sayfadan son sayfaya kelimeler neredeyse aynı ritmde akarkan hiçbir şey beklemeden durgun göl misali suda büyük bir zevkle yüzmüş olmam bana göre çok olağan.

Biri bana “Jörgen sence nasıl bir karakter?” diye sorsa, “Etrafımda onlardan öyle çok var ki,” diye yanıt verirdim. Sırf birilerinin gözünde ‘kaybeden’ olmamak için burjuvazinin kurallarına itaatle bağlı olduğu ölçüde kaybetmeye mahkum bir mahluk. Kendi olamadıklarını çocuklarına yükleyen, onların bunları isteyip istemediğini bile fark edemeyen, gün olup da gerçekler yüzüne vurulduğunda derhal ‘halbuki ben bunların hepsini ne fedakarlıklarla sizin için yaptım,’ diyecek kadar acımasız.

Jörgen ne kadar anormalse kızları İbi ve Tirza o kadar normal, Jörgen ne kadar normalse İbi ve Tirza o kadar anormal.

Jörgen’le karısı arasındaki ilişkinin sadece ortasını öğrenme şansına sahibiz. Yazar öncesini ve sonrasını esirgemiş ama bize yüzeyel anlatılanlar, anlatılmayanları anlatmaya muktedir. Bir de Jörgen’in karısının yanlış hatırlamıyorsam bir adı yok, ki bu aslında bence yazarın onun anlatıdaki yerini ne kadar çok önemsediğini gösteriyor. Yani, bence öyle.

İyi romanların hepsinde bir kırılma noktası olur. Bu yazarın takdirine kalmıştır. Bazen ilk başta yersiniz yumruğu ve sonrasında sırf bu yumruğu hak etmiş olmak için okursunuz. Bazen tam ortada gelir. Ben Tirza’da krılımanın nerede olduğuna değil, sonrasında anlatının hiç de öyle birşey olmamış gibi üç sayfa öncesinin ritmiyle devam edişine hayran kaldım.

Çok lafın kısası, ben Tirza’yı sevdim, şimdilik en iyi 10 listemin 1 numarasını Siri Hustvedt’in Sevdiklerim’i ile paylaşıyor. Öyle yani…

P.S. 1 Arnon Grünberg’in blogu ilgi çekici. Tavsiye ederim. Komik bir adama benziyor. En azından rol yapma ihtiyacı hissetmeyen  biri gibi.

P.S. 2 Kapak itici, kabul. Ama takılmamak lazım böyle şeylere…

P.S. 3 Gül Özlen’in çevirisi muhteşem.