Etiketler
Arap turist, depresyon, deyiş, havaalanı, Kayseri, nörolog, pastırma, psikiyatrist
Evvelki gün, Salı, Kayseri’deydim. Elbette yine iş için. Genelde Türkiye içi seyahatlerin tamamı iş odaklı olduğu ve tarafımdan mümkün olabildiğince makul vakitte eve dönmek üzere planlandığı için pek bir şey görmeden geri geliyorum. Buna en güzel örneklerden biri sanırım geçen ayki Mardin seyahatimdir. Kayseri’de bir şey gördüm mü? Hayır. Ama duydum. Kayseri’ye has bazı deyişleri daha önce hiç duymamıştım, buraya yazayım dedim.
ARAYA KAÇAMAK: Bu size neyi çağrıştıryor bilemem ama benim gibi muzır biriyseniz söyleyeyim, hiç de öyle sizin aklınızdan geçtiği gibi bir şey değil. ‘Boşa gitmek’ demekmiş. Şöyle ki sabah uçaktan indikten sonra havaalanından beni aldılar ve kahvaltıya gittik. Kayseri kahvaltısıymış ama bildiğiniz serpme kahvaltının yanında kağıtta pastırma. Pastımaya tereddütle yaklaştım, malum iş için gitmişiz, kokar mıyım, diye. Kayserililer kağıtta pişince kokmayacağını iddia ettiler. Bir tane aldım. Sonra biri dedi ki, doktor hanım şu kalanı da alın, araya kaçmasın. Bir hı?! çıktı benden. Sonra jeton düştü.
CIVIKLI: Yolda arabayla giderken gördüğüm bir tabelada yazıyordu. Develi Cıvıklısı. Komik geldi bana, nedir? Diye sordum. Pide çeşidiymiş. Pide’ye de böyle dendiğini ilk defa duydum. Develi’ye özgüymüş, etli pideye derlermiş. Eti, içi özelmiş. Merak ettim. Genelde böyle özel filan dendiğinde pek bir numara olmuyor, önüne bildiğin pide geliyor. Bu sefer kısmet olmadı ama bir dahaki sefer için defter’e yazdım.
ÖMRÜN ÇOĞOSUN: İlk duyduğumda ‘ömrüne bereket’ anlamında mı diye düşündüm ama kullanılış itibariyle uymuyordu. ‘Sen daha çoook beklersin,’ demekmiş.
TÜTÜNLÜK: Kayseri’ye gitmişiz, pastırma almadan dönmek olmazdı. Havaalanı yolunda, havaalanına çok yakın bir yerden aldık pastırmamızı. Hangisinden istediğimi sordular, vitrinden orta yağlı bir taneyi işaret ettim. ‘Kayserili’nin yediğinden’ dedi pastırmacı. Hehhe…değil tadına bakmak, görerek anlarım ben yiyeceğin iyisini kötüsünü, dedim böbürlenerek. Tabii ki içimden. Pastırma kesildikçe dilimlerin ortasındaki yağ kısmı büyümeye başladı. Fazla yağlı olmasından endişelendim. Pastırmacı, ‘Orası en lezzetli yeridir, tütünlük’ dedi. Bir şey daha öğrendim. Tütünlük pastırmanın en güzel yeriymiş.
Havaalanında ne kadar çok Arap volduğunu anlatamam. Bekleme salonunda yanımda orta yaşlı Arap bir çift oturuyordu ve açmışlar kucaklarına İstanbul haritasını, kıyasıya tartışıyorlardı. Adam bana döndü ve benden haritada Kayseri’yi göstermemi istedi. ‘Bu İstanbul haritası,’ deyince de çok şaşırdı. Burası Avrupa yakası, burası Anadolu yakası, Golden Horn, Sultanahmet filan… Kadın anlamadığım bir şeyler söyledi. Adam bana Müslüman olup olmadığımı sordu. Kadın sordu, adam ultra kırık dökük İngilizce’yle çevirdi. Biz kadınla durduk yere sohbet etmeye başladık. Normal şartlarda tuvalete gidiyorum, filan der sıvışırdım ama kadın çok sevimliydi, ben de belki yorgunluktan belki de o gün fazla iyi günümde olmaktan bu acayip sohbete girdim. Ne iş yaptığımı sorduklarında nasıl olsa bir daha görmem diye doktor olduğumu söyleme gafletinde bulundum. Ne doktoru olduğumu sordu kadın. Nörolog demem onun için bir şey ifade etmedi. Beyin, sinir dememle kadın depresif şikayetlerini sıralamaya başladı. İşte o an, ben ne yaptım, dedim. Kadın artık kocasının çevirmesini filan beklemeden, Arapça anlatıyor da anlatıyordu. Bir an bir poliklinik yanılsamasının içine düştüm zannettim. Dayanamadım. Stop, deyip kadına elimi dudaklarıma götürüp sus işareti yaptım. Kadıncağız susuverdi. Kocasına kadını psikiyatriste götürmesini söyledim. Adam gülüp, eliyle ‘ohooo’ der gibi işsret yaptı, çok götürdüğünü Bağdat’ta kimsenin bu kadının derdinden anlamadığını söyledi. Güvenlik kontrolü anonsu yapılır yapılmaz, fırsat bu fırsat yağa kalktım. Good bye derken kadın adama bir şey daha dedi. Yirmi sekiz yaşında var mıymışım, diye soruyormuş. Ne alaka? diyecek olmama kalmadı, adam ‘herkesin yaşını merak eder,’ diye ekledi. Güldüm. ‘Tam isabet, yirmi sekiz,’ dedim. Kadın şikayetleriyle kafamı iyi traşlamıştı ama sonunda da bilmeden gönlümü kazanmıştı. Öyle yani…
İzlenceleriniz hoş ve renkli. Türkiye’yi il il dolaşıp özellikle dil ve yemek kültürü ile ilgili bu tür ilginçlikleri görüp yaşamak isterdim. Kim bilir daha ne şaşırtıcı durumlar ve izlenimler ortaya çıkardı:))
Açıkcası havaalanlarında bekleme salonlarında oturup etrafı izlemek güzel oluyor. Galiba bu özellik de ananemden geçmiş. O da çok severdi, böyle oturup etrafını izlemeyi.
“Hadi yine iyisin, iyisin iyisin” :)) Kadın bana 28 dese oracıkta yatırır ameliyat bile ederdim:))
Şu pastırmadan ekmek arası yapıp bana yollasana, bayılırım kendilerine. Ama sıcakta pastırma yiyince berbat kokuyor, tuvalete girilmiyor kokudan:)))
Di Mi? Akşam eve geldikten sonra bizimkilerle de o kadar çok pastırma yedim ki, anlatamam. Hep kenarlarını çıkardım ama, kalanlar ne kadar kokuya sebep oldu bilemiyorum. Asıl Bizim Bey ve özellikle de Kem, çok yedi, hatta bıraksam o anda Kem kutunun dibini görürdü. Şükür okullar tatil de sabah Kem kalkıp tuvalete gittiğinde ben evde değildim. Sabah da kahvaltıda pastırmalı kocaman bir sandviçi mideye indirmiş. Mevsim uygun olaydı, sana da bir kutu kargolayavıerirdim.
Yazını okurken gülümsedim. Sonra dayanamadım, yöresel yemekler ve tabirler için biraz Ekşi Sözlük’te dolaştım. Sayende Güneydoğu’nun ‘sıçırtmalı lahmacun’unu, bir de nereye ait olduğunu bilmediğim ‘boklu kebap’ı öğrendim! Bunları duymuş muydun? 🙂 Sıçırtmalı lahmacun içi köz patlıcanlı lahmacunmuş, boklu kebap da içi temizlenmeden ızgara edilip satılan balıkmış. Kaç puan? 🙂
İçi köz patlıcanlı lahmacunu biliyordum ama adını bilmiyordum, doğrusu pek estetikmiş.
Araştırma için teşekkürler..
Evet, guzel turkcemiz..Iyi Dublinler.
ehehe.. çıtır selgin =).. psikiatri polikliniğinde..
kayseri ne kadardüzenlive temiz değil mi..
🙂