Tarihi bir gün. Evden kahve içmeden çıktım. Uyuyakalmışım. Saat iki kere çaldı, kapatıp uyumaya devam etmişim. Ofise geldim, gözlerim açık, yürüyorum ama uyuyorum. Gerçekten. Nasıl oluyor bilmiyorum… Derhal açığı kapamalı ve üç fincanı ardı ardına içmeliyim ki, benim için gün başlasın, aklım, dimağım açılsın…
Sabahları ikinci köprü trafiği beni bezdiriyor. Ataşehir–kamyon parkı 5 dk, kamyon parkı-Kavacık 55 dakika. Aylar önce, teklif ettiğimde ev-ofis çalışmalarına başlansaydı, şimdi külliyen geçmiş olabilirdik. Radikal bir çözüm gibi ama bazen radikal çözümler gerçekten de gerekli, gerçek çözümler olabiliyor. Dün beyin açısından zor bir gündü. Bir de KakaraKikiri ve Banu ile şu bizim projenin son rötuşlarını yapmak için bir araya gelememiz gerekiyordu, bir masa etrafında oturduk ama ben bir vakitten sonra onları bırakmak zorunda kaldım. Gece uyuyana kadar da bunun huzursuzluğuyla kıvrandım, durdum. Karpuz diyorum bazen kendime. Sepet üç karpuz alıyor ben beş doldurmaya çalışıyorum. Bir taraftan yeni yazıp bitirdiğim öykümün heyecanı, bir taraftan Saki, henüz izleri atılmamış bir seyahat, iki hafta sonraki Kanada, geleceğe yönelik radikal kararların eksilerinin ve artılarının kafada toplanıp çıkarılması, yazılmamış ve yazılmayı bekleyen raporlar, başlanmış ve ötelenmiş işler… bir noktadan sonra karpuz da demiyorum. Kumsalda ağaç altında kitap bile okumadan uyumak istiyorum. Tabii bunların hepsi benim kendi başıma ördüğüm çoraplar. Söz olsun, tek tek kurtulayım bunlardan, bir süre sadece tek bir şeye odaklanacağım, mesela 3 ay. Bakalım hayat o zaman nasıl oluyormuş.
Annem yazlığa gitti. Düşünüyorum da 42 yaşında emekli olmuştu, yani benim de 4 yılım kalmıştı emekli olmaya. Ben ne zaman emekli olacağım? 2032… George Orwell’in 1984’ü kadar uzak bir tarih gibi geliyor insanın kulağına değil mi? Acaba o zaman uçan arabalarımız, evde temizliği yapan robotlarımız olur mu? Neydi adı, Rozi miydi?
En son uçakta gelirken Paris’teki Eş’i okumaya başlamıştım, sonra kendimi Saki’ye kaptırdım. Paris’teki Eş’ten 100 sayfa kadar okumuştum, bu sabah abrada bir bölüm daha okudum. Yoksa arabayı başkası kullanmadıkça o yol bitmeyecek.
Dün Dublin’den kendime attığım mektup kart geldi.
Evvelki gün Defi’nin kulağını deldirdik. Baktım pek hevesli, bu fırsat kaçmaz, dedim. Sesil’e sordum, Zeyno’nunkini nerede deldirdiğini. Özel bir hastanenin adını söyledi. Nasıl yani, dedim, Yuh! İki delik için şimdi onca para veremem, dedim. Benimkini bir ev gezmesine gittiğimizde gittiğimiz evin komşusu, tanımadığım bir teyze yorgan iğnesiyle delmişti. Adını hatırlıyorum ama… Sabahat’tı. O akşam yorgan ipliğinden küpe ile dönmüştüm eve. Okul çıkışında Defi’yle mahallemizin eczanesine gittik. İlk kulakta isteği doruğa çıkmış olduğu içinz zorlanmadık ama ikincisinde biraz gürültü patırtı çıkardık. Eczanedeki duyarlı kadınlardan biri, “Ay… yapmayın, depresyona girer,” dedi. Herhalde bu neslin özümseyerek öğrendiği kelimelerden bir depresyon, bu kadın gibiler yüzünden. Kulak delme işlemini yapan kadına, “Ben tutacağım, sen de oyalanmadan del, uzadıkça sarpa saracak. Zaten eninde sonunda acımayacak mı? Arada geçen zaman, acıyı daha fazla arttırmaktan başka bir işe yaramıyor,” dedim. Bir başkası aradan salça oldu, “Çocuğa önceden bunun nasıl bir şey olduğunu anlattınız mı?” diye sordu. Olabildiğimce sempatik cevap verdim, onun çocuk olduğunu, ne kadar anlatırsam anlatayım bazı kavramlar yüzünden sadece sınırlı anlayacağını bu sebepten de anlatma kısmını abartmamak gerektiğini söyledim. Sonunda ikinci kulağı da deldik ve bitti. Bu arada eczaneden bir sürü ıvır zıvır şey, şarkı söyleyen diş fırçası gibi, şey de almamız yüzünden çıkarken acaba hastanede deldirmek daha mı ucuza gelirdi diye düşünmeden de edemedim. Çıkarken kozmetik kısmındaki müşteri kadınlardan biri, “Benim kızım da bu yaşta, çıkacak patırtı bu kadarsa ben de getirip deldireyim,” dedi. Akşam Defi, Zeyno’ya her şeyi tüm ayrıntıları, yaşayıp öğrendiklerini anlattı. Defi’ye arada krem sürmemiz ve küpeleri çevirmemiz gerektiğini söyledim. Ona kendi çocukluk, halka küpelerimi gösterdim. Dün okula kremini kendi sürmüş, küpelerini çevirmiş. Bu sabah evden çıkmadan kreminin çantasında olup olmadığını kontrol etti. Sonuçta depresyona filan girmedi, onun gözünde önemli bir büyüme aşamasını başarıyla geçti ama ileride ne olur bilemem. Sadece yanında yöresinde onu abuk sabuk konuşma, hal ve tavırlarla depresyona itelemeyecek kişilerin olmaması için dua edebilirim, bir de bu tür zevzeklere boşvermeyi elimden geldiğince öğretmeye çalışabilirim. Öyle yani…