Etiketler

, , , , , , ,


Yakın zamanda en hızlı okuduğum kitaplardan biriydi. Bir sebebi konunun (ilk iki bölümde) farklı, gizemli ve de anlatımın akıcı olması, diğeri ise Vancouver yoluna çıkmadan önce bitirme isteğimdi.

Bugün her zamankinin aksine bir kitap yorumu yazısı yazacağım. Genelde konuyu tam olarak anlatmaz, etrafında dolanır, yazıyı okuyanlara kitapla ilgili keşfedecek olabildiğince çok şey bırakmaya çalışırım. Bu sefer öyle olmayacak, konuyu tamamen anlatacağım. Kitabı okumayı planlayanlar bu sebeple buradan direkt son paragrafa geçerlerse, arayı atlarlarsa onlar için daha doğru olabilir. Sebeplerimden ötürü bu seferlik tutumumu makul karşılayacağınızı umuyorum.

Kathy, Tommy ve Ruth… Bu kitap üç arkadaşın sıradışı hikayesi. Hikayeyi bize Kathy geriye dönük olarak, çok eski günlerden üçünün Hailsham’da öğrenci oldukları günlerden başlayarak anlatıyor. İlk bölümde Kathy üçünün Hailsham’daki çocukluk ve ergenlik günlerini belirli bir sıra dahilinde ama bazen bir ileri bir geri giderek aktarıyor. Bize anlatılanlardan Hailsham’ın İngiltere’de East Sussex’te bir yatılı okul, buradaki öğrencilerin herhangi bir yatılı okul öğrencisinden farklı olduğunu, gözetmenlerin onları hem eğitimlerini üstlenip hem de hepsinin var olmasından önce belirlenmiş bir sürece onları hazırladıklarını öğreniyoruz. Gözetmenler öğrenciler her ne kadar eğitim ve öğretimlerini sağlıyorlarsa da bu kesinlikle onları yaşama hazırlamak üzere olmuyor. Öğrencilerin eğitimleri süresince gözetmenleri tarafından sanata dair yaptıkları her şey toplanıyor, “Madam” denilen kişi zaman zaman gelip toplanan arasından seçtiklerini çocukların ‘galeri’ adını verdikleri yere götürüyor. Çocuklar madamın kim olduğunu, bunu neden yaptığını bilmiyorlar ve bunu gözetmenlerine sorup öğrenme şansları yok.

Tüm bu yıllar içinde Kathy, Ruth ve Tommy arasında farklı dinamikleri olan, birbirinin içine geçmiş bir ilişki gelişiyor. Kathy ve Ruth birbirlerinin en iyi kız arkadaşlarıyken, Tommy Kathy ile kimseyle paylaşmadıklarını paylaşıyor, Ruth ve Tommy bir çift oluyorlar. Karakter olarak baktığımızda basitçe söylemek gerekirse Ruth iddialı ve baskın, Kathy ılımlı ve orta yolu bulmaya eğilimli, Tommy ise ilk başlarda öfke kontrolünü sağlamakta güçlük çeken ama sonrasında bunu dönüştürmeyi başaran, şefkate ihtiyacı olan bir karakter. Olayların akışı içinde okur Tommy ve Kathy’nin birbirlerine bir çift olarak daha uygun olduğunu düşnüyor ama arada kavga edip ayrılsalar da Ruth ve Tommy, bir çift olmaya devam ediyorlar. Ayrı oldukları dönemde okuldaki hemen herkesin Kathy’i Tommy’le bir çift olma yolunda yönlendirmesi de okurun hissiyatını destekliyor ama Ruth, Tommy ile birleşmek için Kathy’den onunla konuşmasını istediğinde Kathy’nin verici kişiliği ön plana çıkıyor ve çok istekli olmasa da ikisinin tekrar bir araya gelmeleri için Tommy ile konuşuyor.

Hailsham’dan sonra öğrencileri yeni bir süreç bekliyor. Bunun bir süresi yok. Bir grup aynı projenin parçası olan genç insan belirli yerlerde komün hayatı yaşayarak görevlerine hazırlanıyorlar. Yazar başından beri okurundan hem hiçbir şey gizlemiyor, hem de hiçbir şeyi açık ve net anlatmıyor. Okur kendi kendine bu çocukların / gençlerin klonlanmış insanlar olduğunu, var oluş amaçlarının ise gerçek insanlara (orijinallere) organ temini olduğunu çok da çaba sarfetmeden öğreniyor. Kathy her şeyi öyle olağanlıkla anlatıyor ki, okur da sanki gayet olası, olması abes olmayacak bir hikayenin içindeymiş hissi yaşıyor.

Hailsham’ın sonrasında komün hayatı yaşadıkları yeri Kathy Kulübeler olarak adlandırıyor. Kitabın bu ikinci bölümünde üç kahramının karakterleri daha belirgin hale gelirken onların dönüşümünde rol oynayan iki yan karakter, Christie ve Ronnie hikayeye dahil oluyor. Kulübeler’de kendilerinden önce orada var olanları ‘eskiler’ diye adlandırıyorlar ve zaman içinde bağışçı veya bakıcı olmaya kendini hazır hissedenler veya çağrılanlar kulübelerden ayrılıyor. Klon insanların çocukları olmuyor ama oldukça aktif bir cinsel hayat yaşıyorlar. Tommy ve Ruth, Christie ve Ronnie gibi çiftler bunu daha rahat yaşarken Kathy gibi eşi olmayanlar için durum biraz daha zor oluyor ancak sonuçta gerçek insan olmadıkları için insanların normal ahlaki değerleri de tam anlamıyla geçerli olmuyor ve bir gecelik ilişkilerle ihtiyaç sayılan bu durum karşılanıyor.

Kulübeler’de üçü arasındaki ilişki zaman zaman ciddi gerilimlerle sınanıyor ve bir zaman sonra Ruth’un Kathy’le aralarında geçen, Tommy’i kırabilecek bir olayı Kahy’nin önünde Tommy’e söylemesi ile ipliğin koptuğu noktaya gelinmiş oluyor ve Kathy bakıcı (organ veren klonların ameliyat sonrasında bakımını üstelenen klon) olmak üzere Kulübeler’den ayrılıyor.

Üçüncü bölümde Kathy, on yıldır bakıcı olduğunu, bu süre içinde Ruth veya Tommy’le karşılaşmadığını anlatıyor. Bir gün bir otoparkta Hailsham’dan arkadaşı Laura ile karşılaşıyor ve ondan Hailsham’ın kapandığını, Ruth’un ilk organ bağışını yaptığını ama durumunun kötü olduğunu öğreniyor. Uzun süredir bakıcı olduğu ve işini iyi yaptığı için kendisine tanınan  ayrıcalıkla Ruth’un bakıcılığını üstleniyor. Bu süreçte her ne kadar aralarındaki dikenli telleri yok sayamasalar da birlikte kısmen iyi vakit geçirmeyi başarıyorlar. Tommy’i de alarak yaptıkları bir gezide Ruth aslında yıllar önce ikisinin, Kathy ve Tommy’nin arasına girdiğini, birlikte olması gereken çiftin onların olduğunu söylüyor. Ruth onlara yaptığı araştırma sonucunda elde ettiği Madam’ın adresini veriyor. Ruth ikinci organ bağışından sonra ölüyor ve bir bakıma onun vasiyetini gerçekleştirerek Kathy ve Tommy bir çift oluyorlar.

Kulübeler’den kalan, klonlar arasında dolaşan, birbilerine aşık olanların organ bağışı ertelemesi alabildiklerine dair bir efsane Tommy ve Kathy’i bunun olması olasılığı ile heyecanlandırıyor. İkisi, Madam’a da, okulun eski yöneticisi Bayan Emily’e de ulşabiliyorlar ve sonuç sadece hüsran oluyor.

Tommy dördüncü organ bağışından önce Kathy’den bakıcılığını bırakmasını istiyor. Dördüncü bağıştan sonra Tommy de tamamlanıyor, yani ölüyor ve Kathy de on bir küsur yıllık bakıcılıktan sonra tamamlanmak üzere bağışçı oluyor.

Kitabın konusu böyle. Tam bir bilim-kurgu olmasa da yarı bilim-kurgu diyebiliriz. Kazuo Ishiguro, organ bağışı gibi insanlık için önemli bir konu üzerinden hikayesini anlatıyor ama hikaye organ bağışı açısından ciddi teknik sorunlar içeriyor. Yazar, başından beri takındığı otoriter tavırla bunun üstesinden kısmen geliyorsa da bazı yerlerdeki tıbbi hatalar okurken hikayeye karşı tereddüt hissettiriyor. Yine de belirtmek gerekir ki, bunlar tıbben konuyu bilmeyenler için çok da fark edilecek, üzerinde durulacak şeyler değil.

Kazuo Ishiguro’nun daha önceden bir kitabını daha okumuştum, “Günden Kalanlar”. “Beni Asla Bırakma” da “Günden Kalanlar” gibi kendi müziğine sahip bir anlatı. Yazar, baştan her şeyi açık açık anlatıyor anlatmasına ama hep arada bir perde bırakıyor. Arka planda sürekli aynı ritmde duyulur duyulmaz bir müziğin varlığını hissediyorsunuz. Çok fazla inişiler, çıkışlar, okuru dumura uğratmalar yok. Dediğim gibi baştan tüm kartlar açıkça masaya konuyor ama hep dağıtıcının elinde en kritik kartı tuttuğuna dair bir his taşıyorsunuz. Oyun bittiğinde ise aslında öyle bir kartın olmadığını, olmasının da hiçbir şey değiştirmeyeceğini görüyorsunuz. Kazuo Ishiguro’nun başarısı da burada saklı, tüm anlatı boyunca kart dağıtıcı olarak otoritesini hiç kaybetmiyor.

İki kitapta da tam anlamıyla tatmin olduğuma göre Avunamayanlar’ın da benim için aynı olacağını düşünüorum. Ne var ki, iki kitap arasında üç yıla yakın bir zaman geçti, bir türlü Beni Asla Bırakma’yı okumaya kıyamamıştım. Bakalım Avunamayanlar’ı okumak ne zamana kısmet olacak? Öyle yani….