Etiketler

, , , , , ,


–         Bugün babam yaşıyor olsaydı annemle babamın 40. evlilik yıldönümü olacaktı. Olmadı, bir yastıkta 40 yıl geçiremediler. Hani artık 4 yıl bile geçirmenin zor olduğu bir zamanda 24 yıl bile iyiydi, kabul etmek lâzım, lakin babam mızık yedi ve gitti.

–         Dün kafayı sıyıracaktım. Saat 14:30’da Kavacık Cumhuriyet Caddesi’ndeki ofisimizden Defi’yi saat 15:30’daki doktor randevusuna götürmek üzere çıktım. Normal şartlarda o saatte 20 dakikada Bostancı’da olurdum ve hoplaya hoplaya Defi’yi Ataşahir’deki merkeze götürebilirdim. Lakin… 45 dakika geçti ama ben 200 m yolu kat edip Kavacık’taki o anlamsız büyüklükteki göbeğe ulaşamadım. Sebebi o saatte TEM’den gitmesi gereken tır ve kamyonların Elmalı çıkışından Çekmeköy, Çavuşbaşı, Kavacık üzerinden FSM köprüsüne ulaşma çabalarıydı.

Her şeyden önce Kavacık adlı bir zamanların beldesinin iş merkezi olmasına izin verenlere iyi dileklerimi iletmeliyim. Ben sizin kafanıza…. su dökeyim e mi?!

Anlatırken yine içimi dar bastı… Bugün ofisin camından baktığımda yine tır ve kamyonları görünce yine cozuttum, orayı ve de burayı aradım. Ulaştığım nihai sonuç çarpıcıydı. Başbakanlığa (bimer) mail atmam söylendi. Oldu, gözlerim doldu… dedim. N’diyim?

–         Zaman zaman bloga yazdığım dialoglar başıma dert olmak üzere. Şöyle ki, insanlar psikopata bağladılar. Yanımda iki lafın belini kıranlar sohbetin en tatlı yerinde durup bana şöyle bir bakıp, “Bunu da yazarsın, di mi?” diye soruyorlar. Bu sorunun altında aslında, ‘Valla iyi malzeme verdik, boşa gitmesin,’ var. Gayet farkındayım. Neyse, diyor ve ilerliyorum.

–         İmza:Kızın’da finale yaklaştıkça özellikle KakaraKikiri ve ben acayip acayip rüyalar görmeye başladık. Hadi hayır olsun…

–         Defi hafta sonunu hasta ve ateşli ve dolayısıyla da bizler, ailenin diğer fertleri ultra rezil halde geçirdiğimiz için haliyle  haftaya bitkin başladık ve gün itibariyle henüz Çarşamba’da olmaktan ötürü haddiyle mutsuzuz, sürünüyoruz.

–         Tatil sonrası mutfağıma duyduğum hasret neticesinde girdiğim yemek yapma krizi nihayete erdi. Bugün öğleden sonra telefonda Bizim Bey’e (ki o gün içinde 2 ameliyat yaptığı, ben de gün ortasında uzun bir toplantıya girdiğim için 5. konuşmamız filandı) ‘Akşama ne yapsam?’, diye sorduğumda bana ‘Sana kolay olsun hem de çocuklar sever LAZANYA yap,’dedi. Anlayacağınız mutfaktan son olarak lazanya çıktı ama sırf evdekileri beslemek amacıyla yaptığım, öncesinde heyecan, analiz, planlama, tutku barındırmadığı için bence sayılmaz.

–         Tatil dönüşü Amy Tan’ın Mutfak Tanrısı’nı okumaya başladım. Benimle Vancouver’a geldi, oradan İzmir, Selimiye filan…valizde bayağı yol katetti. Selimiye’de Trainspotting’i okumaya başladım ama nedense bana doz yüksek geldi, devam edemedim. Ondan Siri Hustvedt’in Summer without Men’ine başladım ama  bana çok kadın kadın geldi ki, bu haller ile başım hiç hoş değildir, onu da bıraktım ve Selimiye’den Ayvalık-Güre’ye giderken Mutfak Tanrısı’na başladım. Gün itibariyle 15. günde filanım ama ıııh… Halbuki bir bahsettiğimde Leylak Dalı’m bana ‘çıkar onu keneften,’ dediydi. Belki kitapla zamanlarımız uyuşmadı. Zira benim Vancouver’dan hoşlanmama nedenlerimin başında Çinliler’in baskın popülasyon olması gelirken katıksız bir Çinli’yi anlatan kitapla yapamamam oldukça anlaşılır.

–         Aslında ben size bugün size şişeleri anlatacaktım. Şişeler ve diğer ıvır zıvır mutfak öteberisinden bahsedecektim. İsmi lazım değil, T.. ile başlayan, ultra mucizevi kapkacaklarla ilgili biizm ofiste dönen muhabbeti anlatacaktım… ama valla yogunum, sonra anlatsam olmaz mı? Hani, anneme soracak olsanız, oruç filan da tutmuyoruz, biz ne yapıyoruz ki, gün boyu da yorulmaktan bahsediyoruz. Herkes işe gidiyor işe gitmekse, herkes çocuk büyütüyor çocuk büyütmekse, herkes yemek yapıyor, evine çeki düzen veriyor…. ama valla bildiğiniz gibi değil, feci yorgunum. Bıraksalar (tabii olması hayırlı olmaz ama) 48 saat aralıksız uyumaya niyetliyim, sonda filan razıyım.

–         Ha… bu arada İstanbul’da çok kaldım, yarın bana yol var. Yol Ankara’ya… Öyle yani…