Etiketler

, , ,


Eskiden bir tutam, yeniden bir tutam, bir karışıklık, bir durgunluk; bir bekleyiş ve arayış. Umut ve sabır. Bence bu. Hayat işte. Yaşıyorsun.

Dün yazmıştım, son okuduğum kitabın Marilyn Venüs’ün Son Gecesi olduğunu. İlk çıktığı günden beri merak ediyordum, ancak iki yıl sonra sıra geldi. Bundan sonra okuyacağım Nazlı Eray kitabı Kalbinde Kadın Taşıyan Erkekler Birahanesi olacak ama ne zaman bilmiyorum.

Marilyn Monroe bu dünyadan geçmiş ilginç bir figür. Nedense karakter diyemiyorum ve belki de acımasızlık yapıyorum. Benim zamanımın Amy Winehouse’u da öyle. Kaldı ki, Amy’yi cidden severdim. Onun hadsiz, otorite tanımaz, meydan okuyan sesinden şarkılar dinlemek hep keyif verdi, vermeye devam ediyor. Hatta bugün yolda bir ara Amy’yi dinlemeli.

Bazen bazı insanlara taşıyamayacağı yükler rastgelebiliyor bu hayatta. Şöhret de bunlardan biri. Zenginlik, güzellik de öyle. Fakir ya da çirkin taşıyor ama nasıl oluyorsa yoksulluk veya insanı kendine bakmaktan alıkoyan görüntüsünü ve yaşamaya devam ediyor. Tuhaf… değil mi? Belki de eksikliklerimizi bu sebepten sevmeliyiz.

Marilyn benim figürüm değil, zamanlarımız farklıydı. Ben de zaten hiç geçmişe ait şeylere ilgi duymadım ama bugünlerde bir şeyler değişiyor galiba.

Marilyn Venüs’ün Son Gecesi için Nazlı Eray bayağı bir araştırma yapmış, zaten böyle bir konuda aksi düşünülemezdi. Bu okuduğum üçüncü Nazlı Eray kitabı, diyebilirim ki Nazlı Eray hem kendi işine hem de okuyucusuna fazlasıyla saygı duyuyor, bu da okuruyla arasında kolay elde edilemeyecek bir bağ kuruyor.

Nazlı Eray her zaman olduğu gibi kendini kitabın karakterlerinden birine dönüştürerek olayların içinden bize olanları anlatıyor. Bir bakıma maestroluk yapıyor ama diğerlerinde de var mıydı bilemiyorum, nedense ezgi maestronun baskın olmasından ötürü senfonik değil de biraz amatör bir oda topluluğu dinlermiş gibi geldi bana. Kurgu basit, anlatıcı karakter bir oraya bir buraya gidip diğer karakterlerle bir araya geldiğinde birisi sazı eline alıyor ve monoloğumsu tarzda anlatıyor. Halfeti’nin Siyah Gülü zaman kaymasının anlatımı açısından daha başarılıydı bence.

Buradaki aksaklığın bir nedeni de olayların asıl versiyonunun 1960’larda Amerika’da geçerken şimdilerde olanların Ankara’da geçiyor olması mekan uyumsuzluğu yaratıyor.

Bir de televizyon motifi fazla kullanılmış. Geçmişteki kişilerin günümüzdeki hallerinin anlatılması için araç olarak televizyonun seçilmiş olması mantıklı ama zamansal sekmeyi anlatmak için başka yan etmenler de bulunsa ve ağırlık televizyonun üstünden kalksa bence daha doğru olurmuş.

Sonuçta, edebiyatımızda fantastik roman yazan kişi sayısının azlığı ve hatta Nazlı Eray dışında kimsenin bulunmayışı göz önünde bulundurulduğunda bu kitap yine de çok cesur bir girişim. Hele ki, paralel evrenler gibi bir kavram her geçen gün biraz daha kafamızı kurcalarken bunu başka düşünen insanların varlığını bilmek, onların akıllarından süzülüp gelenleri okumak oldukça keyif vericiydi. En azından Marilyn Monroe’nun ölümü, Kennedy kardeşler suikastlerine giriş olarak ele alındığında sonrasında bu konularla ilgili merakımı ateşlediğine göre kitabın başarılı olduğunu söyleyebilirim.