Etiketler
Bugünkü yazının başlığı az önce çamaşır asarken koydum. Malum, dün valizler açıldı, bugün kirliler yıkandı…
Dün bu yazın ikinci tatilinden döndük. Benimse Haziran’dan beri dördüncü büyük boyutlu seyahatim bitmiş oldu. İlk ikisi iş sebebiyleydi. Hatırlayalım, Dublin ve Vancouver. Dublin’i çok sevdim, Vancouver’a karşı en ufak bir şey hissetmedim, hatta geriye gün saydım, bir an evvel dönmek için.
Vancouver dönüşünde İstanbul’dan direkt İzmir’e gittim. Bizim Bey çocuklarla bir hafta annemin yanında Güre’de kalmıştı, oradan İzmir’e kaynımgilin yanına gitmişti. Cumayı cumartesiye bağlayan geceydi. Saat 03:00 tü, Defi Bizim Bey’i bırakmadığı için havaalanına beni almaya kaynımgil ve Çaho gelmişti.
Güzel bir hafta sonuydu, Vancouver’dan sonra kendi evimmiş gibiydi. Hatta pazar günü mutfağa girip yemek filan yapmıştım. Galiba benim için kendini rahat hissetmek oranın mutfağının içinde olmakla eş anlamlı.
İzmir’den bir arkadaşın tavsiyesi ile önce Datça Gabaklar’a gittik. Gabaklar tam bir hüsrandı. Birkaç hafta önce yer ayırtmak istediğimizde bungalow ve bahçe odaları olduğunu, ikisi arasında 90 TL fiyat fark ettiğini olduğunu öğrenince iki çocuklu bir aile olarak daha fazla ödeyip daha fazla rahat etmek amacıyla yer ayırttık. Oraya gidince bize isterseniz bungalow, isterseniz bahçe odası denip üst fiyat ödeyeceğimizi anlamak ilk şoktu. Sonrasıysa verilen bahçe odasının minimum beklentilerimizin altında çıkmasıydı. Aklıma yıllar önce babamın 34 EPT 80’i ile çıktığımız tatillerden birinde Kaş’ta kaldığımız yer geldi.
Şimdi sıra geçmişte…
Benim annem ve babam öğretmen(lerdi). Ergenliğimin ilk yıllarında, Sesil henüz çocukken öğretmen bütçesi ile değişik tatil deneyimlerimiz olmuştu.
İlk aklıma gelen 11 yaşında gittiğimiz Ören öğretmenler kampıydı. Şimdi olsa, üstüne para verseler gitmem. Şöyle bir şey düşünün, açık arazide beton zemin üzerine kurulu çadırlarda kalıyorsunuz. Sadece kampın sınırlarında kavak ağaçları var ve o çadırlar gün boyu güneş altında. Tek kapalı yer yemek yenilen üstü pvc tenteli yemekhane. Ne şemsiye, ne şezlong… Kumsal ve siz … gün boyu yapacak hiçbir şey yok. O zamanlar bilmem kaç faktörlü güneş kremleri de yok… O tatilin bana hediyesi ‘Güneş alerjisi’ oldu. Yanıktan farklı bir şey. O gün bugündür denize girmek dışında güneşe hiç çıkmadığım için tatillerden zırnık yanmamış dönerim. O ızdırabı bir daha yaşamaya cesaretim yok çünkü.
Bir seferinde de Bodrum’a okul kampına gidiyorduk. Orta ikideydim. Yıl 1988. Tatile çıkmazdan iki gün önce babam yeni arabamızı almıştı. Yeni model Renault TX. 34 EPT 80. Yeni ya… öğretmen maaşıyla dirhem dirhem biriktirildi ya… her şeyiyle kıymetliydi. Geldiğinde koltukları naylon kaplıydı. Sadece babamın, yani şoförün oturacağı koluığun naylonları çıkarıldı ve biz temmuz sıcağında naylon kaplı koltuklarda tatile çıktık.
Tabii, eğer öğretmen çocuğu değilseniz ve tecrübe etmediyseniz ‘okul kampı’nın ne olduğunu anlamanız pek mümkün değildir. ‘Okul kampı’ şöyle bir şeydi… Sahildeki okulların sınıfları pansiyon odasına dönüştürülür, öğretmenler de yıl içinde yaptıkları başvuru değerlendirmesi sonucunda buralarda 10 günlük dönemlerle kalma ve tatil yapma hakkına sahip olurdu. Mesela Bodrum için puanınızın yüksek, yani hizmet yılınızın fazla olması, gerekirdi. Tuvalet olarak yıl içinde öğrencilerin kullandığı tuvalet, banyo içinse bahçeye kurulmuş geçici duş kullanılırdı. Mutfak, muhtemelen normalde çay demlemek için kullanılan ofisten dönüştürülmüş olurdu. Şarküteri tipi bir buzdolabı ortak kullanılır, kalanlar yiyeceklerini (karpuz, domates, salatlık, peynir, vs..) buraya koyarlardı. Bu okul kamplarından birinde sıraların üstüne serilmiş şiltelerde yatmışlığımız vardır.
Bunları neden mi, anlatıyorum… Tabii ki bundan sonra anlatacaklarım da beni anlayabilmeniz için. Mesela neden Gabaklar’ı sevmedik de Selimiye’ye kaçtık?
Gabaklar amatör görünümlü, profesyonel bir yerdi. Bizi rahatsız eden temel sebep buydu. Deniz güzeldi, yer güzeldi ama o alttan alta giydirmeye yönelik kurnazlık çok rahatsız ediciydi. Hele bir de Selimiye’deki saflık ve temizliği deneyimlemiş olmaktan sonra bize gelmedi.
Bugünlük bu kadar yeter. Yarın Selimiye ile devam ederim. Bir süre böyle, size bu yazı anlatacağım. Şimdiden hazırlayın kendinizi…
Okul kamplarını iyi bilirim, bir dönem benim çalıştığım lise de Antalya dışından bir heves gelen tatilcilere pansiyon hizmeti vermişti. Bir kere de biz 2 aile (çocuklar ilkokul 1de) uzun bir seyahatin Erdek aşamasında yatacak yer bulamamış, uzun aramalar sonunda aynen sizin gibi Erdek ilkokulunun taştan sınıflarında 1 gece konaklamıştık. Tam devre değişimiydi ve kocaman sınıfta 2 bulgar somyası ve üzerlerine atılmış yeni dikilmiş pufla pamuk yataklar vardı. Yanımda çarşaf vardı bereket onu serip yatmıştık ama o kadar yorgunduk ki hayatımın en güzel uykusunu uyumuştum. Ha bu yeri temin edebilmek için de okul müdürünü gittiği düğünde arayıp bulmuştuk:))) Müdür bize odayı ikram etmiş, para ile ödetmemişti, ay neler hatırladım ya bak şimdi:)
Yazıları hevesle bekliyorum, haydi bakalım:))
Antalya Ticaret Lisesi… değil mi? Turizm Otelcilik Meslek Lisesi’nin bir parçası gibiydi. Yıl 1990’dı. Kaldığımız görece iyi yerlerden biriydi. Sabah kahvaltılarındaki karpuzlar güzeldi, hem de çok… ki ben karpuzu sevmem… Öyle yani…
Galiba bu hippi halimin birazını o günlere borçluyum 🙂
Ahaha belki sınavlar ya da toplantı için gidip gelirken görmüşümdür seni:)) Mavi desenli sünger yatakları iyi hatırlıyorum. Manzaramız iyiydi ama değil mi? Tam 25 sene çalıştım o okulda:))
Manzara, konum… kesinlikle iyiydi. Aylardan HAziran olabilir. Bütünleme, tek ders sınavı zamanı olabilir mi? Dünya sen küçüksün…
Haziransa kesin oralardayımdır:)) Hahaha, komik valla, nerden nereye…
O okulun kuzeye bakan sınıfları kışın bir soğuk olurdu Selgin inan Erzurum’da o kadar üşümez insan. Tek bir ısıtma aracı da yoktu, kaloriferler yapıldığı günden bozuk, titredik yıllarca. Güya Antalya’dayız, köy okullar daha iyidir inan:)) Yerleşik farenjit ve bronşitimi o yıllara borçluyum…