Etiketler
12 Eylül 1980, 1974, ağrı, ağrı duyusu, duyarsızlık, Kıbrıs çıkartması, nosisepsiyon, toplumsal duyarsızlık
Öyle bir “kal” hali üstümde…
Bu sabah gazete okurken ağlıyordum. Kolay ağlarım, beni tanıyan herkes bilir. Gözyaşım gözümün ucundadır. Öyle derdi ilkokul öğretmenim. Nurten öğretmen… O sınıfta kim bilir kaç kere ağlayayazmışım…
İnsan büyüdükçe, yaş aldıkça gözyaşlarının kıymetini öğreniyor. Ya da ben öyle olduğunu zannediyorum.
Yarın sabah ateş nerede yanacak bilmeden gece uykuya yatar olduk. Korkuyorum, yakında ateş ocağa düşecek, gözümüze uyku girmeyecek diye…
Sonra diyorum ki, üstümüzden alevler hiç eksik olmadı ki…
Ben Haziran 1974’te doğdum. Hep anlatırlar, hastaneden eve gelişimi ve karartma gecelerini, nasıl pencereleri kapatıp gaz lambalarının ışığını kıstıklarını…
Kardeşim Mart 1980’de doğdu. 1980 yazı kulaklarımdaki kurşun sesleriyle belleğime kazındı. Çocuk rüyalarımda annemle babamın eve giren yüzü maskeli adamlarca balkon demirlerine deri kayışlarla bağlanıp gözlerimin önünde kurşunlandıklarını gördüm. Her akşam, babamı görecek miyim, endişesiyle kıvrandım.
Oğlum 2002’nin başında doğdu. Yazdı, bir oğlumuz olacağını öğrenmiştik. Daha dört beş ay önce ülke belki de gördüğü en büyük ekonomik krizlerden birinden çıkmak için debeleniyordu. Oğlumun adı babasından önce belliydi, Kemal olacaktı. Şükrü Saracoğlu Stadı’nın oralarda bir yerdeydik, radyodan Kemal Derviş’in ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı olacağını duyduk. Gemi batmıştı, o kurtaracaktı. İşin tuhafı ne parası ne de borcu olan bir şanslı vatandaş olarak kriz filan umurumda değildi, içimde bir can var oluyordu.
Kendi kendime tekrarladığım dua gibi bir şey bu… Hepimiz umudun olmadığı zamanlarda dünyaya geldik. Ben doğduğumda dünya bize sırt çevirmişti, kardeşim doğduğunda sokağımızda insanlar birbirlerini gözümüzün önünde vuruyordu, oğlum doğduğunda cebimizdeki paranın beş kuruşluk kıymeti yoktu.
Şimdi durum biraz daha farklı… Bu sefer ateş büyük, uzakta olduğunu sanıyoruz ama evimizin içinde… Öyle yakın… Asıl kötü olanı, yavaş yavaş alışıyor olmamız, acı eşiğimizin yükseliyor oluşu. Asıl endişem bir süre sonra nosiseptif reseptörlerimizi (ağrı algaçları) kaybedecek olma ihtimalimiz.
Ağrı hissi olmayanlara ne olur bilir misiniz? Bacağını masaya çarpar, fark etmez. Geride bir morluk kalır. Morluğu görür, ne zaman oldu diye düşünür, hatırlar veya hatırlamaz, üstünde durmaz. Bir gün düşer, kolu bacağı kırılır, bir şey hissetmez. Endişelenir ama hafiften de gurur duyar. … Ve bir gün kendini sınamak ister ya ateşe yürür ya da beş metre yükseklikten havada dörtlü takla atarak yere inmeye çalışır. Onu sevenlerse etrafında çırpınarak sadece seyrederler.
Toplum olarak bir şey hissetmez olduk. Durum vahim ki ne vahim….
Öyle yani…
çok güzel yazmıssınız, yüreğinize sağlık
maalesef…bir de acıdan kaçma hali var…kaçınma mı… artık dayanamayıp haberlere bakamama hali…:(
Evet durum ,günbegün kötüye gidiyor.Elimizden fazla bir şey gelmiyor yazıp , söylemek ve üzülmekten başka.
Elimizden birşey gelir mi? gerçekten bilmiyorum ana durum çok vahim ve ben artık kafamdaki düşüncelerden, sabahları Tv. açmaktan ve birgün sonrasından çok korkar oldum. Hiçbir şey beni artık oyalayamıyor her yaptığım laylom gelmeye başladığı için gerçekten gelecekten çok korkar oldum. Çoğu kimsenin hissetmediği alev var,cayır cayır yanmakta ve etrafına kıvılcımları sıçratarak çevresini günbegün genişletmekte. 1974 yılının Haziran ayında kızımın doğumu, kardeşimin Kıbrısta askerliğini yaptığı zamana denk gelmiş ve bizi ailece perişan etmişti. 1980 yılında eşimi sokaklardan içeri alamamanın çaresizliğini yaşadım ve bu yazı beni geçmişe ve yarın ne olucak düşüncesine götürdü.
Sevgiler…
Gönlüne ve eline sağlık, eşiğimiz kalmadı artık…