Etiketler

, , , , , , ,


Öyle bir “kal” hali üstümde…

Bu sabah gazete okurken ağlıyordum. Kolay ağlarım, beni tanıyan herkes bilir. Gözyaşım gözümün ucundadır. Öyle derdi ilkokul öğretmenim. Nurten öğretmen… O sınıfta kim bilir kaç kere ağlayayazmışım…

İnsan büyüdükçe, yaş aldıkça gözyaşlarının kıymetini öğreniyor. Ya da ben öyle olduğunu zannediyorum.

Yarın sabah ateş nerede yanacak bilmeden gece uykuya yatar olduk. Korkuyorum, yakında ateş ocağa düşecek, gözümüze uyku girmeyecek diye…

Sonra diyorum ki, üstümüzden alevler hiç eksik olmadı ki…

Ben Haziran 1974’te doğdum. Hep anlatırlar, hastaneden eve gelişimi ve karartma gecelerini, nasıl pencereleri kapatıp gaz lambalarının ışığını kıstıklarını…

Kardeşim Mart 1980’de doğdu. 1980 yazı kulaklarımdaki kurşun sesleriyle belleğime kazındı. Çocuk rüyalarımda annemle babamın eve giren yüzü maskeli adamlarca balkon demirlerine deri kayışlarla bağlanıp gözlerimin önünde kurşunlandıklarını gördüm. Her akşam, babamı görecek miyim, endişesiyle kıvrandım.

Oğlum 2002’nin başında doğdu. Yazdı, bir oğlumuz olacağını öğrenmiştik. Daha dört beş ay önce ülke belki de gördüğü en büyük ekonomik krizlerden birinden çıkmak için debeleniyordu. Oğlumun adı babasından önce belliydi, Kemal olacaktı. Şükrü Saracoğlu Stadı’nın oralarda bir yerdeydik, radyodan Kemal Derviş’in ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı olacağını duyduk. Gemi batmıştı, o kurtaracaktı. İşin tuhafı ne parası ne de borcu olan bir şanslı vatandaş olarak kriz filan umurumda değildi, içimde bir can var oluyordu.

Kendi kendime tekrarladığım dua gibi bir şey bu… Hepimiz umudun olmadığı zamanlarda dünyaya geldik. Ben doğduğumda dünya bize sırt çevirmişti, kardeşim doğduğunda sokağımızda insanlar birbirlerini gözümüzün önünde vuruyordu, oğlum doğduğunda cebimizdeki paranın  beş kuruşluk kıymeti yoktu.

Şimdi durum biraz daha farklı… Bu sefer ateş büyük, uzakta olduğunu sanıyoruz ama evimizin içinde… Öyle yakın… Asıl kötü olanı, yavaş yavaş alışıyor olmamız, acı eşiğimizin yükseliyor oluşu. Asıl endişem bir süre sonra nosiseptif reseptörlerimizi (ağrı algaçları) kaybedecek olma ihtimalimiz.

Ağrı hissi olmayanlara ne olur bilir misiniz? Bacağını masaya çarpar, fark etmez. Geride bir morluk kalır. Morluğu görür, ne zaman oldu diye düşünür, hatırlar veya hatırlamaz, üstünde durmaz. Bir gün düşer, kolu bacağı kırılır, bir şey hissetmez. Endişelenir ama hafiften de gurur duyar. … Ve bir gün kendini sınamak ister ya ateşe yürür ya da beş metre yükseklikten havada dörtlü takla atarak yere inmeye çalışır. Onu sevenlerse etrafında çırpınarak sadece seyrederler.

Toplum olarak bir şey hissetmez olduk. Durum vahim ki ne vahim….

Öyle yani…