Etiketler

, , , ,


Sabahları aynı rutin içinde yaşıyorum. Görüntü iki kameraya düşse  birinden hızla ileri sarılmış, diğerindense yavaş akan bir buçukluk saatlik film izlenir sanki. Bu evde geçen kısmı. Bir de evden sonrası var…

Defi’yle arabaya binişimiz, otoparktan çıkarken aynı servis minibüsüyle yolağazında karşılaşmamız, Üst sokaktan geçerken yufkacının olduğu apartmandan çıkan ya bluzunun dekoltesini kontrol eden ya da mini eteğini çekiştiren kadın; az daha yukarı çıktık, marketin köşesini dönüyoruz, marketin karşı köşesindeki bakkala sepetini sabah serviste dağıtılacak ekmek, gazete, süt vs ile doldurmak üzere giren bıyıklı apartman görevlisi; ana caddeye gelmeden solda zerzavatların üstündeki örtüyü kaldıran manav; sağa döndük Bostancı köprüsü az ileride, hemen sağda kaldırımda siyah çantası sırtında ellili yaşlarda, sürekli aşağı ve uzağa bakan ve muhtemelen kendisini almaya gelecek olan servisi bekleyen, Pınar çalışanı adam; köşede, yüksek duvarlarından ardındaki ahşap evin pek seçilmediği bahçe kapısından çıkan ve her sabah kapıyı kapattıktan sonra bir de geriye iterek kapanıp kapanmadığını kontrol eden hafif kilolu, saçları arkadan toplu kadın; Bostancı köprüsünü geçtik, İçerenköy’e doğru devam ederken sağa dönüp mezarlığın etrafını dolanıyoruz, mezarlığın arka duvarının kenarında duran genç bir kadın ve bir erkek var, muhtemelen onlar da servis bekliyorlar. Burada  es…

Ne kadar zamandır var bu çift orada hatırlamıyorum. Mesela bahçe kapısından kadın çıkmaya başlayalı çok olmadı. Ya torunu oldu kadının sabahları kızı(gelini) işe gitmeden çocuğun yanına gidiyor ya da evde geçen yıllardan sonra kendine uygun çalışacak bir iş buldu, atıyorum…

Bu çift de yeni galiba ya da benim yeni ilgimi çektiler. Çünkü günlerdir her sabah kavga ediyorlar. Oğlan söyleniyor, cam açık olsa belki de bağırdığını duyacağım, şişen yanakları, konuşurken ileriye uzanan dudakları bende hiç de alçak perdeden konuşuyormuş hissi uyandırmıyor, kızsa sadece kafası oğlana ve hafif yukarı dönük sadece dinliyor. Benim önlerinden geçmem en fazla üç saniye sürüyordur ama kızın gözlerindeki, bakışlarındaki bir şey ne kadar oğlanın tavrını tasvip etmesem de eğer bu kavgada taraf olsam oğlanın tarafını tutmam gerektiğine işaret ediyor ama bana ne değil mi? Belki bir gün elele göreceğim onları, kavga etmeyecekler ya da biri eksilecek.

Hadi, oyalanmadan devam edeyim…

Her sabah Küçükbakkalköy’e çıkarken illa o iki ışığa takılıyorum. Bir gün olsun sekmiyor. Ana caddeyi geçip ara yola girereken merdivenlerde her sabah aynı olup olmadığını bilmediğim, iş bulma umudundaki kavruk insanlar hırsla kim bilir kaçıncı sigaralarını içlerine çekiyorlar. Tam börekçinin önünden geçerken sabahımın ikinci çifti ile karşılaşıyorum. Kızın yüzü her zaman az önce kavga etmişler gibi asık ama hep elele yürüyorlar. Oğlansa daha ışıklı bakıyor. Bir gün konuştuklarını görür müyüm, diye merak ediyorum.

Önce yokuş aşağı inip hemen ardından yokuş yukarı çıkıyoruz. Okula geldiğimizde okula göz kulak olan yaşlı amca duvarın dibini süpürüyor oluyor.

Her şey öyle şaşmaz bir biçimde her gün tekrarlanıyor. Hayatta her zaman her şey iyiye gitmiyor. Bazen bir önceki gün kötü geçmişse bir sonraki gün o günün yaşanmamış olabileceği umuduna kapılıyorum. Defi’yi okula bırakıp Ataşehir’den TEM’e çıktığımda umudum yok olup gidiyor. Hayatın tam ortasında olduğumu anlıyorum.

Öyle yani…