Etiketler
Konya, Lizbon'a Gece Treni, Mevlana, okul arkadaşı, terapi, Şems
– Satürn’den kurtuldum. 2039’a kadar rahatım. 2032’de emekliliği hak edeceğime göre üstüne 7 yıl sefa sürebilirim artık.
– Bu hafta Konya’ya gidiyorum. Mevlana’ya ziyaret borcumu yerine getireceğim. Çook yıllar önceydi, onlu yaşlarımda gittiğimde üç dilek dilemiştim. İkisi oldu, biri bir türlü olmuyordu. Bir arkadaşım giderken ona tembihledim, dileğimi hatırlatsın ama borcumu unutumadığımı da, diye. Ve evet bir adım oldu ama buçuklu kaldım. Bu haftaki Konya seyahatimi anlattığım arkadaşım (Derya, ortaokul ve lise yaşamımızın okul birincisi) dedi ki, “Önce Şems’e git. Zira Şems hem zaten az bir kıskançmış, bir de herkesin Mevlana’yı ziyaret edip kendisini es geçmesine gocunurmuş.” Derya dediyse yapmak lâzım. Derya güzel insandır. Herkesin hayatında denk gelmeyeceği türden birdir. Dedikodu yapmaz, yaptırmaz. Çalışkandır, hem de öyle böyle değil. Akıllıdır. İnsanın ‘Arkadaşımdır,’ demekten gurur duyacağı biridir. Öyle yani…
– Yeniden günlük yazmaya karar verdim. Bugün oldu. Lizbon’a Gece Treni’ni okumaya başladım. Daha 30’lu sayfalarda yazma ihtiyacında olduğumu fark ettim. Klavye değil, ihtiyacım bildiğin kalemle kâğıttı. Eski günlüklerim gibi değil, burası gibi hiç değil elbette. Terapi gibi, belki de…
– Ekim 15 benim için dönüm noktası olacakmış. Heyecanla bekliyorum. Susan Miller’ın yalancısıyım. Bacım, ne diyeyim, apzına sağlık…
– Bugünün asıl konusuna gelmeliyim. Haydi biraz misafirliğe ne dersiniz?