BURJUVA: Kelime anlamı olarak baktığımızda burjuva kimdir, kime denir? Şehirde yaşayıp özel imtiyazlardan yararlanan. Orta sınıftan olan, kent soylu.
Bir süredir, Orhan Pamuk Türkiye burjuvajizisi üzerine yorum yapalı beri, bir burjuva tartışması süregidiyor. Benim de aklımı kurcalıyordu ama üstüne yazacak kadar değil.
Çok açık ve net bir şekilde söyleyebilirim ki, öyle görünüyor olsam bile, klasik tabiri ile burjuva değilim.. Zaten olmak ihtiyacında da hiç olmadım. Aslında ne benim, ne de eşimin ağır işçiden farkımız yok. Ben neysem, O’yum. Özetle söyleyecek olursam, evime misafirliğe gelen kişi kim olursa olsun, benim her gün oturduğum ve hatta akşam yatıp televizyon seyrettiğim kanepeye oturur, benim her gün yediğim tabaktan, benim gündelik hayatımda kullandığım, eve temizliğe yardıma gelen kişi için de geçerlidir, aynı çatal- kaşık- bıçakla yer. Her ne kadar çocuğum özel okula gidiyorsa da bu kesinlikle sınıfsal üstünlük sağlama amacıyla değil, devletin verdiği eğitime inancımın çok köklü şekilde sarsılmış olmasındandır. Yoksa, çocuğumun sınıfta kiminle yan yana oturduğu beni alâkadar etmez, etmemeli de. Çocuğum kendisine, yani aklının denkliğine göre arkadaş seçmeli, sınıfına göre değil. Ben yedi yaşında, ki şimdi beş oldu, okula gönderirken çocuğuma nasıl arkadaş seçmesi gerektiğini evde öğretememişsem, dikte ettirememişsem değil, bu sadece benim kabahatimdir.
Türkiye’de, Avrupa ile karşılaştırıldığında, gerçek burjuvazinin vuku bulduğunu iddia etmek güç. İdealistlerden bir grup, ki benim babam da buna dahildi, bu müessesenin tahsisi için çaba sarf ettiler. Lakin yadsınamaz bir gerçek var ki, o da temelsiz hiçbir inşanın yükselemeyeceğini kabul etmek kaçınılmaz. Bence bizim en büyük yanılgımız burjuvazinin aristokrasiden ayrı olduğunu bir türlü kabul edemeyişimizde yatıyor. Burjuva olduğunu, o çıtayı yakaladığını zanneden yeni nesil bir anda kendini aristokrat görmeye başlıyor. Halbuki saysak, en fazla üç neslimiz, ki o da gerçekten az olacaktır, ikametgâh olarak üç nesil ve ötesini İstanbul olarak gösterebilecektir.
Şimdi, şu esnada itirazları duyar gibiyim, “Sadece İstanbul’da soy sürmüşler mi soylu sayılıyor?” Üzgünüm, Ankara’nın aristokrasisi kendine, Batman’ınki ise kendine aittir. Üstlerine ahkam kesemem ama içinde yaşadığım şartlar dahilinde ne yazık ki onları göz ardı etmek durumundayım.
Zamanında Avrupa’da burjuvazi devam edegelen bir kültürdü. Çocuğuna piyano dersi aldıranlar kendileri de piyano çalabiliyorlardı ya da çocukları Latince öğrensin istiyorlarsa kendi şahsi kitaplıklarında önemli Latince eserlere yer vereli epeyi bir zaman olmuştu.
Yani, demem odur ki, taklitlerinden sakınınız.
Çakması bile olsa hiç kürküm olmadı ve bundan sonra da olmayacak.
Öyle yani…
P.S. Hiç özel imtiyazım da olmadı. Ühhüüüühüüüüü…..
hayirdir insalla gecenin bi yarisi… tööbe tööbe…
Hayır, hayır. Ben sana yarın anlatırım ablacım…
Bunun üzerine bir Sabahattin Ali Kürk Mantolu Madonna mı okusak?
Bir kürküm bile yok anlıyor musun, hadi gülümse…
Okumamışlar varsa aramızda muhakkak okumalı Kürk Mantolu Madonna’yı. Kürkümüz yok ama fikrimiz var, çok şükür.
saime hanımın anlatısına göre.. ” leblebi gibi, dağılmışlar anne babalarını kaybedince.. üstelik kadı çocuğu olan beş kardeş.. onlardan biri.. saime hanımın en büyük ağabeyi.. pek ehlikeyif biriymiş.. öyle ya azın da keyfiçıkarılabilir.. neyse.. rahmet istediler pazar pazar.. muğla milasda..biri öğretmenlik yapar diğerleri öğrenilik ederken.. adil dayım sık sık.. “asaletim kendimden başlar dermiş..” ve.. gramofonla fransızca öğrenip isviçreye hukuk doktorası yapmaya gitmiş.. kırkların başında avrupada savaş sürerken.. ben inceliğin zevkin öğrenme isteği ve ruhu zenginleştirme düşkünlüğünün.. biraz da insanın içinde olduğunu düşünürüm.. ama bizim asil tabakamız yok.. aynen osmanlının da olmadığı gibi.. olanın azını da.. zaten sürüp gönderdi,k.. burjuvamız da bir devrin insanlarının dediği gibi küçük burjuva.. büyücek tüccar zaten.. =)…
Küçük burjuvalarımız her zaman beni eğlendirmişlerdir, en çok da hazmedememişlikleri ve görgüsüzlükleriyle.
Adil Dayı’ya sonsuz saygılarımı sunmak isterdim. Özellikle de azmi ve cesaretinden ötürü.Günümüzde köşe yazarı olmak için yola çıkanlar şarkıcı, mankenler köşe yazarı olurken ve zırnık bilgilerinin olmadığı konularda insanların dağlar kadar fikri varken, insan keşke Adil Dayı gibiler zamanında daha çok olsalarmış diyor.
Sevgiler Atalet’im.
“saçlarını dümdüz omuzlarına dökmüş,,kamerayakorkarak gözlerini açarak bakıyor.. yoksulluktan çıkmış.. düşlerini ufalamış..
bu yüzden çok yorgun.. parlak makyajı güzel birmaske yüzünde.. bu maske yüzünden çocukken oyuncakları olmuş..kitapları.. boya kalemleri olmuş .. dayak yememiş.. aç kalmamış gibi.. büyüklerle verdiği savaşın tahrip ettiği yüzünde her maske şeffaflaşıyor.. sudan çıkmış bir balık gibi gövdesini yere çarpıyor.. gövdesini çarptığı toprağa güvenle ayak basanlar başka türlü yemek yiyor.. başka başka düşünüyor.. onun yeni yeni öğrendiği ressamları.. şairleri çoktan biliyorlar.. kendisini eksik sanıyor.. oysa sadece genç.. ” şebnem işigüzel.. eski dostumkertenkele.. tesadüfler.. bugün seninle yorumlaştıktan sonra okudum da..
Gördüm. Sobe. 🙂