Etiketler
ayakkabı, çocukluğumun bayramları, çorap, bayramlık, küçülenler, ne zaman emekli olurum, tıpatıp üstüne göre, yaratıcı yazarlık, yeni kıyafet
Bundan önce Ekim ayına denk gelen bir Kurban Bayramı’nda beş ya da altı yaşımdaydım. Henüz okula gitmiyordum, kardeşim yoktu. Bayramlık olarak gri-mavi fititlli kadifeden pantolon-ceket, içine de kareli gömlek alınmıştı. Ceketi çok sevmiştim. Yakası bej rengi biraz daha ince fitilli kadifeydi.
Şimdi bakınca, dün Defi’nin giydiği eteğinin içi tüllü olmasından ötürü kabarıklığı, yanlardan bağlanan iki saten kurdelenin güzelliği ile karşılaştırıldığında kendi çocuk bayramlığım nasıl da çirkin görünüyor gözüme. Elbiseyi Defi’ye ben almadım (kokoş Sesil’in seçimi, Zeyno’dan kalma) ama elbiseyle giydiği dantelli, beyaz çorapları ben aldım.
Ben o çok sevdiğim fitilli kadifeden takımı sadece bir kere giydim. Nedenine gelecek olursak, annem saklıya kalması için bir daha giydirmedi. Babam da alınırken tam tıpatıp üstüme göre olmasında ısrar etmişti. Ertesi yıl, havalar soğuduğunda annem gömlek ve ceketi giydirmek istediğinde, ki ben artık çok da giymek istemiyordum, kol boyları dirseklerime yaklaşmıştı.
Kabul, dün Defi minik bir prensesti. Kem ise tam olması gerektiği gibi. Geçenlerde Kem’in gardrobuna el attığımda içim cız etti. Etiketi üstünde duran pantolonlar ve kazaklar vardı. Sebebi de onu ne giyeceği konusunda özgür bırakmamız sonucunda dönüp dolaşıp iki üç rengi soluk, kapüşonlu t-shirt ve dizleri çıkmış eşofman altı ile yaşamını sürdürmesi idi. Neyse, dün pantolon üstüne mavi bir gömlek giydi de günün anlam ve önemine yaraşır bir hâl aldı.
*
Bayramların benim çocukluğumdaki gibi olmadığı kesin. En azından kendi çocuklarım için bunun böyle olduğunu söyleyebilirim. Ne yeni kıyafetin, ayakkabının ne de bayram harçlığının fazla bir önemi var.
Bayramlar benim için kesinlikle çocukluğumdan daha fazla önem arz ediyorlar, zira ekstradan tatil anlamına geliyor. Eminim benden önceki kuşak tarafından çok kınanası bir durum. Yapacak bir şey yok, bizim bizden önceki kuşakla kıyaslandığımızda daha çok çalıştığımız yadsınamayacak bir gerçek. Benim annem 42 yaşında, hak ettikten 2 yıl sonra emekli olmuştu. Oysa ben 2032’de emekli olabileceğim. Belki o zamana kadar ışınlanma tüpleri gerçek olur.
Uzun zamandır ne doğru dürüst blog yazıyorum ne de herhangibir şey okuyorum. Mutlak sebebi var. Bu bayram tatilinin iyi geldiğini yadsıyamam. Öncesinde, çok yakında müjdesini vereceğim dev projemizin hazırlıkları bitti. Arife dahil üç günde de kendimi okuyup düzeltmek ile meşguldüm.
Lezzetli Öyküler Mayıs 2010’da yayınlanmıştı. Yeni bir şeylerin zamanı geldi. Yazan herkes için geçerli midir, bilemem ama ikinci ve üçüncü kez okumak, düzeltmek yazmaktan kesinlikle daha zor.
Son zamanlarda ünlü yazarların yazmak üzerine önerileri giderek daha da fazlalaşır oldu, tıpkı yaratıcı yazarlık seminer/atölyelerinin çoğalması gibi. Kim bu önerileri ne kadar dikkate alıyor, bu atölyelerden çıkanlar ne kadar önemli eserler ortaya koyuyor merak etmiyor değilim. Bazen de acaba zamanımızın Dostoyevski’leri, Turgenyev’leri, Balzac’ları, Dickens’ları, Tanpınar’ları, Asaf’ları durduk yere kendi kendilerine, birileri onlar ne yapacaklarını göstermeden var olamazlar mı, diye düşünüyorum. İster istemez…
Nereden nereye… Bir kere giymek nasip olan fitilli kadife ceketten Özdemir Asaf’a…
Bayramınız kutlu olsun.
YAKIN
Bir ışık düşerse üstüne basma.
Daha yakınlaşır, korkarsın.
Bir leke, silmeye – gör,
Leke kalır, sen çıkarsın.
Bir gölge, nereye gider.
Gözlerince gider, bakarsın.
Bakarsın girer gözlerinden.
Leke onun peşinden, bakarsın
Özdemir ASAF
P.S.1 KakaraKikiri’ye özendiysem ne oluyum?!
P.S.2 Defi koluma yapışmış şekilde yazdığım bu yazı tümhatalarıyla Biber Ailesi’nin ortak yapımıdır.