Tags

, , , , , ,


öküzgözü

Daha başlarken bu yazının bir maksada karşılık yazıldığını söylemeliyim ki bazı okurlara manasız gelmesin. Son yazıyla birlikte düşünüldüğünde kimseye “Selgin iyice cozuttu bu aralar,” dedirtmesin. Ona göre…

Ben meyve sevmem. Eskiden, belki çok eskiden severdim. En çok şeftaliyi hatırlıyorum. Yaz günleri, hâlâ çok sevdiğim ve mümkün olduğunda kaçınılmaz olarak kollarına kendimi bıraktığım, öğlen uykusundan uyandıktan sonra dolaptan alıp buzluğa koyduğum, yarım saat sonra dişlerimi sızlata sızlata, balkondan sokakta oynayan çocuklara bakıp yediğim şeftali var aklımda.

Bir de kavun severdim. Hatta bir vakit, şeftali zamanlarından en az beş yıl sonra, artık sokakta yaşıtlarımın oynamadığı bir akşam vakti, yine muhtemelen aynı balkonda “kavun yiyemeyeceğim diye yazın bitmesinden korkuyorum,” demişliğim bile vaki. Öyle ki, babamın ne kadar hoşuna gittiyse bu söylediğim, yıllarca neredeyse her kavun kesiminde söylemişti de kazık kadar olup meyve yemekten hoşlanmaz hale geldiğimde tuhaf karşılar, dediğimden pişman olmuştum.

Şeftaliden kavuna geçerken az çok bir şeyler öğrenmiştim. En azından sokakta oynayan çocukların ne kadar acımasız olduklarını, oyuna dahil olmam gerekiyorsa tavizler vermem gerektiğini, kendim olmaktan çok onların olmamı istedikleri gibi davranmam gerektiğini, taviz verdiğimde de aslında çok bir şey değişmediğini ve bu durumda annemin sürekli söylediği gibi hiç de geçimsiz olmadığımı ama diğerleriyle aynı frekanstan olmadığımızı, bazen yalnız kalmanın çok da kötü olmayabileceğini, insanın kendi ile ilgili keşfinin ne kadar erken başlarsa o kadar iyi olduğunu, vs.

Yaş kemale erince (?!) aslında meyvelerle aramın çok da kötü olmadığını fark ettim. Mesela üzümü seviyordum ama salkımından koparıp yemeyi değil. Rengi siyaha çalanından, iri taneli, çekirdekli, tadı dolgun ama ezildiğinde çekirdeğinden geçenlerle tadı farklılaşan suyu uygun koşullarda bekletilip bayatlatıldığında ilk yudum damağa varınca insana geçtiği aşamaları duyumsatmakta kusursuz ‘öküzgözü’ mesela.

Hayır, demeyi öğrendim.

Bilmiyorum, demeyi de.

İstemiyorum, demeyi de…

Zira bunlar aslında en kolayı. Söylüyorum ve bitiyor. Sonrasında kendi kendime cebelleşmiyorum. Öğrenmeye çalışıyorum ya da nasıl olursa ben de isteyebilirim araştırıyorum. Olmuyorsa da olmuyor işte…

Öyle yani… Şerefinize…

kırmızı şarap