Etiketler
empati kurmak tek taraflı olmaz, kürtaj, kimin nasıl işine gelirse, poülist yazılar, polemik
Esasen niyetim polemik yazısı yazmak değil. Zaten isim vermeyecek olsam da sözkonusu kişi ile polemiğe girmem mümkün değil çünkü o kişinin bu yazıdan haberinin bile olmayacağından eminim. Eh, bu da bir rahatlık sağlıyor tabii ki…
İsim vermeyeceğim, demem sizin şıppadanak anlamayacağınız anlamına gelmiyor elbette…
Yozlaşıyoruz ve bu yozlaşma bir otuz yıl öncesinden çok daha hızlı oluyor. Eskiden on yılda olanı şimdi bir yılda gerçekleşiyor. Acı olanı şu ki, bunu toplum tarafından tanınan ve bilinen ve tuhaftır ki örnek alınan kişiler daha fazla yapıyor.
Misal, gazeteciler artık doğru dürüst araştırmıyor. Biliyorum, gazeteci haberin ne olduğuna bakar, nasıl olduğuna ya da doğru olup olmadığına değil… Önceden “araştırmacı – gazetecilik” diye bir tabir vardı, temsilcisi belki de azdı ama yine de bir iki isim geliyordu aklımıza.
Üç gündür yüksek tirajlı bir gazetenin, okuyucusu gani köşe yazarının yazdıklarından yola çıkarak görüyorum ki, şimdilerde gazetecilik şöyle vuku buluyor. Değeri muteber bir yazarsanız gazeteniz size bir e-posta adresi ve de bir de asistan veriyor. Tabii ki de siz o posta adresini büyük bir sorumluluk duygusu ile kontrol etmiyorsunuz, asistanınız var ne de olsa. Sonra bir gün geçmişte gündemi sallamış konu ile ilgili bir posta düşüyor, asistanınız size bunu gösteriyor. Alıp yayınlıyorsunuz, ağzınız beş karış açık kalmış şekilde ve samimiyetiniz paçalardan akarak, “ay görün bakın neler var?” edası ile. “Daha varsa gönderin, sesiniz olayım,” diyorsunuz ve gerçekten tongaya düşüyorsunuz aslında çünkü bunlardan zebil gibi var ve sizin bunu bilmiyor olmanız gerçekten toplumsal bir cehalet, zira etrafınızda şimdiye kadar sadece sizin gibiler olmuş, toplumdan olabildiğince kopuk, sırça köşkünüzde yaşamış gitmişsiniz. İkinci gün ajitasyon artıyor, üçüncü gün zirvedesiniz.
Bugün gerçekten eğlenceli başladı benim için bu üç günlük yazıyı arka arkaya okuyunca. Bu kişi arkadaşım olsa, açar telefonu önce dalga geçerdim, “Ne zannediyordun ki?” diyerek. Arkasından eklerdim, “Bu olumsuzluklar hep vardı, bundan kırk yıl önce de bu iş böyle yapılıyordu, 100 yıl önce de…” Ola ki, “O zamanlarla şimdisi bir mi?” diyecek olsa “Bazı şeyler değişmiyor biliyor musun? Bazı ameliyatlar hâlâ ilk yapanın 70 yıl önceki tekniği ile yapılıyor, hem de şimdi lazer varken, laparoskopi varken…” derdim. Devam ederdim, “Kürtaj esasında kişiye yapılan girişimsel işlemlerden olabildiğince olağan olanlardan biri ve jinekolojik muayeneden çok da farklı değil. Ha, anlatılan ilk olayda üslupta ciddi bir hata var ama bir de kendini kürtaj olanın değil de yapanın yerine koy ve şunu düşün o gün yaptığın 48. kürtajsa bu ve bu kadınlar kendilerine korunmak anlamında devlet tarafından tüm destek verilirken hâlâ hamile kalıyorlarsa ve bazıları neredeyse her ay kürtaj oluyorsa… Olaylara tek taraflı bakma, sadece mazlumla empati kurmak kolayı, zalim sandığınla da empati kurabiliyorsan ne âlâ. Lütfen bu ayıbı temizlemek için doğum kontrolünü şiddetle destekleyen bir yazıyı derhal yaz. Bizim asıl buna ihtiyacımız var. O zaman kürtaj sayısı düşer, tıbbi endikasyon dışında yapılmaz ve o doktor da o kadar kötü biri değil inan, haftada üç tane kürtajı gerçekten tıbbi gereklilik yüzünden yapıyor olursa hastasına böyle davranmayacağından eminim. ”
Yani aslında şöyle bir durum bu: Bir apartman var, en üst katındaki teraslı, dubleks, ferah bir dairede peluş yakalı sabahlığı, ponponlu pembe terlikleriyle bir abla yaşar. Kedisi vardır adı Minnoş… Bir sabah, öğleye doğru kalkar yatağından Minnoş’un kedi mamasını tabağına boşaltır, ne giysem diye düşünürken havanın nasıl olduğunu anlamak için cama yaklaşır ve o da ne! Çöpteki balık artıklarına doğru koşan kedi bir adamın ayaklarına dolanır, adam kediye çarpmamak için kenara çekilmeye fırsat bulamaz ve ayağı kediye çarpar. Bizim ablanın içi fena burkulur. Kimbilir ne çok kedi var böyle sokaklarda aç, çerçöp içinde yiyecek arayan ve böyle vicdansızlar tarafından horlanan, diye düşünür ve kederlenir.
Öyle yani…
P.S: Benzetme tam olmadı galiba ama neyse ancak işte bu kadar oldu sinirden kanı çekilmiş parmaklarımla klavyenin tuşlarına basarken.
öğrenciyken collumu dişliyle tutarken.. şimdi bir iğne yapıcam.. acımayacak derlerdi.. ismail abi derdi.. sonra bize sinir liflerinin sadece collumda olduğunu.. ağrı şoku olmasın diye kadının acıyacağındam haberdar edilmesi gerektiğini söyledi.. ben ille de anestezi isterim diye tutturmuştu birisi.. oksijen vermişlerdi.. hatırlıyorum kadın da acısız ağrısız oluvermişti..
ben “en azından meğer ben fanusta yaşıyomuşum” diye yazdığı cümleyi sevdim.. haha.. üstüne bu fanus insanları ( yeni bir tür bu lümpen bile diyemiyorum ben ) bir de her konuda ahkam kesebiliyor.. toplum adına yargılarda filan da bulunuyor..
ben köyde ana çocuk sağlığı yapmaya çalışırken “dölüne sen mi para verdin uğraştırma bizi” diye köye kadar gelmiş ekibin bedava muayenesini de tedavisini de aşısını da reddeden ne analar gördüm.. hem kendi hem de bebekleri adına..
neyse.. seninle aynı fikirdeyim.. ben onu bilirim onu söylerim.. korun.. planla.. zaten belki de hiç çocuk yapma kardeşim kendine benzeteceksen..
En son son cümleyi sevdim. Geçenlerde bir film anlattılardı bana… 500 yıl sonra ortalama zekâ o kadar düşüyormuş ki şimdinin ortalama zekâlı, dondurulmuş insanı uyandığında bir anda kendini genius olarak buluyormuş. Böyle giderse bu üreme pompalaması öyle olacak.
Tabii ki de fanusta yaşadığını en nihayetinde kavramış olması da bir şey, en azından bu sebepten kendini takdir ettim.
Collum u ben de hatırladım bak şimdi.
Bir de neden sezeryanla doğurduğumu soranlara “normal doğumu doğumhanede karşıdan seyret gel, sonra konuş,” derim.
Benim de bir hastam olduydu, RIA taktığım, 2 gün sonra “Beyim görüştüğümüzde bunun ipinden rahatsız oldu,” deyip tüm dil dökmelerime karşı çıkarttıran ve sonra da ertesi ay kürtaja giden…
Sevgili Selgin, ben ne yazık ki insanın günde yaptığı kürtaj sayısının “kocanın altına yatmayı biliyorsun ama!” şeklindeki bir yorumu etkilemeyeceğini düşünüyorum.
JArgon kötü biliyorum ve böyle denmemeli ama zamanında yüz kırk hastaya poliklinikte bakmış (baktığını sanmış) biri olarak insanın nasıl değişim geçirebileceğini hatta çift kişilikli miyim ben, bu kim? diye sorabileceğini de biliyorum. Günümüz koşullarında hekimlik yapmayanların da tek taraflılığını bir türlü anlamıyorum. Bir hastaya tedavisini 7. kere anlattığında ve hâlâ anlamamakta direndiğinde ses tonunun değişir ve hasta bunu fark edip “Cahilim, gerekirse 18 kere analatacaksın,” dediğinde hekim üslubu daha fazla bozmamak adına ona sadece “çıkın dışarı,” dediğinde hasta üstüne saldırırsa ve her gün bu gerilim çeşitli hallerde yaşanırsa kusura bakmayın, kimse kendisinin göstermediği insanlığı beklemesinŞu anda oturduğum yerden eğer hekim kimliğim olmasa ve o travmayı yaşamamış olsam (ki sen bugünkü koşullarda bu ülkede aktif hekimlik yapmıyorsun) ve baksam, muhtemelen senin gibi görebilirdim.
(Aslında bu çok ayrı bir konu. Ben sadece tek taraflı değerlendirilmemesini istedim.)
Senin de benim kadar o işlemin hekim için ne tatsız bir işlem olduğunu hatırladığını düşünmek istiyorum.
Kadın akıllıdır, akılsızca davranmasını hazmedemiyorum, sonra da mazlumu oynamasını.
Elbette biliyorum işlemin tatsızlığını, hem hekim hem de kadın tarafından…
İstemeden gebe kalmanın da akılsızlıkla pek az ilişkisi var. Daha çok sağlık hizmetlerine ulaşımla alakalı.
Uzun zamandır devlet tarafından (eskiden Sağlık Ocağı) Aile Sağlığı Merkezleri’nde Aile Planlaması ile ilgili olarak hem eğitim hem de hizmet veriliyor. Bildiğin ne kadar yöntem varsa hasta için uygun yöntem buralardakai hekimler tarafından hastaya veriliyor. Bu yöntemleri olması gerektiği gibi uygulayıp ömründe bir veya 2 kere istemeden gebe kalanlara bir şey demiyorum, olabilir, herkesin başına gelebilir. Adet tarihini sorduğumda, ne bileyim sen bileceksin, doktor değil misin? diye soran hastam olmuştu. Bir kadın 9. kez o masaya aynı sebepten oturuyorsa bi zahmet akılsız olduğunu da kabul ediversin başkalarını suçlamadan önce.
12 yıldır sektörde çalışan biri olarak hekimlerin bu ülkede çok meşakkatli koşullar altında çalıştığını bildiğimi söylemeliyim… Maalesef TR şartları.
Hekimlere empati yapabilmeme rağmen; yorumlardaki & ana yazıdaki bazı temel noktalarda hasta hakkını gözardı ettiğiniz kanaatindeyim:
“9. kez o masaya aynı sebepten oturuyorsa bi zahmet akılsız olduğunu da kabul ediversin başkalarını suçlamadan önce.”
Bu ne demek? Anlayamadım ben… Hasta akılsız olduğunu kabul edince hekim hastaya olması gerektiği şekilde mi davranacak? Tuhaf bir tatmin ihtiyacı.
Hekime ne hastanın kaçıncı kez o masaya oturduğundan!
Hastalar hekimlerden sadece işlerine odaklanmasını beklemektedir/ beklemelidir- zekalarını, yaşam tarzlarını, cinsel hayatlarını yargılamalarını/ ahkam kesmelerini değil…
“Kocanın altına yatmayı biliyorsun ama!” üzerine hasta hekime hakaret davası açmalıdır…
Günümüz koşullarında açık ve net bir gerçek var ki, o da birileri birilerinin üstünden tatmin oluyorsa onlar da hastaların hekimler üzerinde artarak tatmin sağlamaya çalıştıklarıdır.
Sektörde çalışmakla o hayatı anlamak öncelikle gerçekten çok zor.
Hekim de işine odaklanmak istiyor ve yaptığı işin onu mutlu etmesini de…
Kişiler yaptıklarının sorumluluklarını almayı öğrendikleri zaman ileriye doğru bir adım atacağız.
Hastanın akılsızlığını kabul etmesi ile hekimin ona gerçek hekimliğini gösterebilmesinin yolu açılacak yani, anlaşılır şekilde ifade etmek gerekirse hekim hasta kabul edince ona korunmayı öğretecek ve o hastayı 10. kez karşısında aynı sebeple görmeyecek. Hekimin işi korumakla ve öğretmekle başlar ama mevcut sistem bunun aksi yönde işlerken hekimin yapacağı çok da fazla bir şey yok.
Keşke imkân olsaydı da sizleri de o hekimin yerine koyabilseydik, acaba 2. günde nasıl davranıyor olurdunuz, gerçekten merak ediyorum. Hani bazıları karşısındaki bir soruyu 2. kez sorduğunda ya da bir şeyi uzun anlattığında nasıl da agresifleşiyorlar, sırf o sebepten.
Bence hakaret davaları açılmadan hakaret etmemeyi ve dahası iletişimi öğrenelim. Çünkü bazen bazı kişilerin alışageldikleri nitelemeler ya da kullanılan üslup bazıları için incitici olabiliyor. Örnekte görüldüğü gibi…
Bir meslek grubunu anlamak için/ empati yapabilmek için ille de o mesleği icra etmek gerekmez. Bu kadar sofistikeleştirmeyelim lütfen… Doktor değilsiniz; siz anlayamazsınız demekle olmaz. Gayet de anlıyoruz, saygı duyuyoruz…
“Hekimin işi korumak ve öğretmekle başlar?” Katılmıyorum. Hastaya doğru tanı koyup, tedavi etmekle başlar… Kritik unsur: hastanın tanıya dair tüm sorularına cevap vermektir. Hekim hastaya hastalığına dair bir konuyu ikinci kere anlatıyor diye ya da aynı hastayı 10. kez karşısında görüyor diye agresifleşiyor ise üzgünüm ama bu mesleği sevip sevmediğini; doğru mesleği seçip seçmediğini bir kez daha durup düşünmelidir…
Eğitim düzeyimiz ne olursa olsun; hekim karşısında hiç bilmediğimiz tanılarda ve hatta bildiğimiz tanılarda dahi en olmayacak soruları anlık duygudurumumuzla defalarca sorduğumuz olabiliyor: bundan daha doğal ne olabilir? Şimdi siz empati yapın: eminim siz de uzmanlığınız dışındaki konularda bir kriz anında hiç de mantıklı olmayan sorular yöneltmişsinizdir ya da yöneltmek aklınızdan geçmiştir.
Bu polemik uzar gider.
Özcümle şunu söyleyeyim:
– Doktor olmayan anlamaz bakış açısı kabul edilemez. Hakaret (hasta hekime yapıyorsa da; hekim hastaya yapıyorsa da) kabul edilemez…
– Hekimler çok değerlidir; bu meslek çok saygındır; layığı ile yapılmalıdır- hastasına hakaret eden bir hekime (özellikle bu örnekteki cinsel hakaret) empati yapmak, davranışını yoğun poliklinik ortamı/ iflah olmaz hasta profilleri ile gerekçelendirmek bu mesleği saygınlığı ile icra eden bir dolu değerli Türk hekimimize haksızlık olur…
Demet Hanım, “9. kez o masaya… …suçlamadan önce. Bu ne demek? Anlayamadım ben” demişsiniz.
Birşeyin düzeltilmesi için öncelikle o şeyin farkında olunması gerektiği malumunuzdur herhalde. Sebep bu. “Hasta akılsız olduğunu kabul ettiğinde” en azından belki o zaman durumunun düzelmesi için hekimin öneri ve tavsiyelerine uymayı kabul edebilir itiraz etmeden. Savunma duvarları örülmüşken ya da cehalet varsa, hekim tarafından verilen bilgilerin hasta tarafından layıkıyla alınamayacağı bir gerçek.
Ayrıca; “Hekime ne hastanın kaçıncı kez o masaya oturduğundan!” cümleniz beni hayrete düşürdü doğrusu. Sizin mantığınızla demekki aynı şikayetle önünüze 9. defa gelen hastaya tıbbi müdahalenin dışında hiçbir bilgi vermeyecek ve hiçbir yönlendirme yapmayacaksınız! Doğrusu böyle bir hekimlik anlayışını vicdansızca bulduğumu itiraf etmeliyim, böyle bir hekimden hizmet almak istemem.
Kanımca hekim de hastaya, hasta da hekime saygılı davranmalı. Biri birinden eksik yada fazla değil.
Önce hasta hekime saygılı davranmalı; güvenmeli… Ben hekimlerin zaten hastalarına saygılı davrandıklarını düşünüyorum. İstisnalar- bu örnekteki- durumu bozmaz… Bu tip istisnaların ise bu mesleği gölgelemelerine izin verilmemelidir…
“Hekime ne hastanın o masaya kaçıncı kez oturduğundan”: hekim üzerine düşeni yaptı, hastaya defalardır anlattı, hasta hala karşısına geliyor… Artık bu noktadan sonra müdahaleci olmamalıdır. Ne biliyoruz o kadının evinde ne yaşadığını? Nasıl yargılayabiliriz? Akılsız deyip çıkmakla olmaz bu iş… Bu ülkede ne koşullarda evlilik yaşayan kadınlarımız var…
Benim okuduğum yazıda kadın korunmasına rağmen hamile kaldığından bahsediyordu.
Bir de öyle bir dünya var biliyorsunuz değil mi? Hiçbir yöntem %100 koruma sağlamıyor, bir şekilde olmuş olabilir, ve hiçbir hekim herhangi bir hastasını eleştirme hakkına sahip değildir.
Elbette insanların kürtajı doğum kontrol yöntemi olarak görmeleri, iş işten geçtikten sonra çara aramaları çok kötü bir durum ve bunun değiştirilmesi gerekiyor; fakat bunun o tip söylemlerle yapılamayacağı çok açık.
Özellikle köylü gördükleri insanları azarlayan bir sürü doktor gördüm ben- ki siz de örnekler vermişsiniz zaten. Karşısındaki ezilip büzüldükçe bundan zevk alanlar var. Bu hayatın her alanında böyle; sadece doktorlar özgü bir durum değil; güç bende istediğimi yaparım sendromu.. Fakat doktor- hasta arasında olunca işin etik boyutu çok daha fazla ön plana çıkıyor. Diğer yandan doktorlara işin ne sen yapacaksın, sen bileceksin diyebilen küstah hastalar da var. Bu tutumların her ikisinin de değişmesi gerekiyor ve bu iki taraflı bir çaba ile mümkün olabilir ancak.
Ayrıca belirtmek isterim ki hayat sadece doktorlara zor değil.
Yaptıkları işin hiç kolay olmadığının farkındayım; ama hiç kimsenin işi kolay değil.
Herkes bu kadar agresif hizmet verecekse vay halimize.
hayretle okudum yazıyı ve yorumlara cevabınızı, gerçekten ürktüm ,hem de kadınsınız, iyi ki dindar falan değilsiniz, kız kardeşim erken doğum riskine karşı mecburen devlet hastanesinde yatmak zorunda kalmıştı bir süre, sancıları olan, o an acı içinde kıvranan ilçeden gelmiş bir kadını niye buraya geldin diye tersleyip o haliyle geri göndermiş bir kadın doktor,ebeler-hemşireler daha anlayışlı daha yardımsever demişti kardeşim
Son üç yoruma ayrı ayrı cevap yazmayacağım ama yorumlara genel olarak bakıp bitireceğim. Zira blog yazısının ömrü bir gün olmalı, kelebek misali…
1) Hepimiz yazının asıl anlatmak istediğinden uzaklaşmış olduğumuzu görüyorum. Kimsenin oturduğu yerden gazetecilik yapana itirazının olmaması garip.
2) Küçük bir model oldu bu yazı. İçinde okura bırakılmış ekmek parçacıkları vardı. Yoruma benim yaptığım yorumlar fitili ateşledi. Ana metinin kenarında köşesinde vukuat oluştu. Gündem denilen şey böyle oluşuyor.
3) İyi ki blogumun öyle aman aman okuyucu kitlesi yok. Bu gelenlerin on katı yorum gelseydi nice olurdu halim. Muhtemelen taşlanmaya kadar giderdi.
4) Bu dünyada insanlar doktorlara göre ikiye ayrılır, bunu hiç unutmayın. Doktor olanlar ve olmayanlar. HAsta olmaktan da kötü bir şey vardır, o da hem hasta hem de doktor olmak. Hele ki, hasta siz değil de bir yakınınızsa ve siz onun yanında daima olmak durumundaysanız, işte en kötüsü odur. O yüzden halinize şükredin.
5) Doktor aynen söylendiği gibi işini yapıyor aslında. O masaya yatan 8. ile 9. arasında ya da o gün gördüğü 32. hasta ile 45. hasta arasında onun için bir fark yok. Farklı olan sizsiniz. Emin olun ki nesnelliğini kaybedip hastasıyla öznel ilişki kuracak olursa bu durumu fazlasıyla ararsınız.
6) Kabul edin, sempatik bir doktorun size bakmasındansa House gibi işinin ehli birisinin doktorunuz olmasını tercih ederdiniz. Hem sempatik hem de House gibi olmaz mı? Olabilir ama bu çalışma koşullarında imkansızı istiyorsunuz.
6) Dehşete kapılmayın. Ben zaten “hem de kadınsınız…” diyen yorumdan ötürü dehşet içindeyim. Kadın olduğum için de özellikle anlayamıyor olabilirim. Hem kadınım hem de doktor. Çifte olumsuzluk. Benim için üzülmeyin genelde çifte olumsuzlukların altında genellikle olumlu bir anlamlılık hali vardır.
7) Neyse bu mevzu çok uzadı. Uzun zaman daha buraya böyle spekülatif bir yazı yazmam. Ulu Google’a göre “Fırında Patlıcan Kebabı”nın bir numaralı adresi olan bu blogun da zaman zaman aksiyona ihtiyacı var ama. Buna başka bir çözüm bulmalıyım.
8) Hadi herkes dağılsın. Gidin anne-çocuk bloglarını okuyun. Orada istediğiniz ve beklediğiniz duyarlılık, sıcak ve içten paylaşım fazlasıyla mevcut.
Selgincim son sözü ben söylerim ile olmaz bu işler…
Bak ne güzel bir beğenmediğimiz gazeteci sayesinde blog hareketlendi.
Cevapları yayınla & havada kalmasın mevzular…
seni seviyorum Selgin. Bu hallerine hatta bayılıyorum. Böyle dümdüz ona buna yalakalanmadan, kimseyi pohpohlamadan yazmanın, o agresif dürüstlüğünün, kendine güveninin, kısaca aklının beyninin zekanın hastasıyım. ben asıl konuyu yakaladım merak etme ve kendisi de çok uyuz olduğum, yazar bile demeyeceğim bir kişilik o derece. tamamen haklısın her zamanki gibi.
Bahsettiğiniz köşe yazısını okuyunca gerçekten kendimi çok kötü hissetim. O doktor için hiç iyi şeyler geçirmedim içimden açıkcası. Olaya kürtajın yasaklanmasını isteyen, tecavüz çocuğuna da biz bakarız diyen, kadını aşağılayan zihniyetin gölgesinde yaklaştım. Niye geçmiş zaman kullanıyorum? Çünkü az önce sizin eski bir doktor olarak gösterdiğiniz farklı bir yönü gördüm. Haklısınız neredeyse her ay kürtaj olanlar vardır, haklısınız doktor her kürtajda kendisini berbat hissediyordur ama sizin de söylediğiniz gibi bu durum o doktora kürtaj olan kadına ‘kocanın …. gelip’ gibi bir cümle kurma hakkını vermez. Eski bir ‘muhabir’ olarak bana olaylara tek taraflı bakmamam gerektiğini hatırlattığınız için teşekkür ederim. Ve son söz olarak şiddetin her türlüsüne karşıyım…