Etiketler
Afrika çöllerinde kumullarda yok olmak, ece temel kuran, kur'an okuyup roman yazmak, off ya...
Uyarı: Kitap okunmadan bu yazının okunması tavsiye edilmez.
Lise edebiyat derslerinden bana nadir kalanlardan birdir: “Teşbihte hata olmaz.” Kimin lafıdır, ne zaman ve ne üstüne söylenmiştir hatırlamıyorum ama buna bir ilavem olacak, olmalı… “Teşbihin fazlası okuru boğar.”
Düğümlere Üfleyen Kadınlar’ın genelinin bende bıraktığı temel duygu budur. Bir benzetmeler kitabı.
Sayfa altmış dörtte pes edecektim, etmeliymişim. Dile kolay tam dört yüz yetmiş sayfa. Bence gereksiz kalabalık, benzetmeleri eksiltsek kala kala elimizde iki yüz sayfa ya kalır ya da kalmaz.
— spoiler –
Sf: 64’ten: Amira nasıl insanı lezzetli bir şekilde yoruyorsa, Maryam de (bence “da” olmalıydı)lezzetli bir şekilde dinlendiriyor, diye geçiyor aklımdan, dinlemekten ziyade izlerken. Amira, nasıl kederini saklamaya yarayan çarpışan araba neşesiyle insanın içini eziyorsa, Maryam fakir bir lunaparkın korku tüneli, iki geçişte alışıyorsun. Amira nasıl elinde makasla koşan çocuklar gibi insanı koruyucu aile rolüne girmeye zorluyorsa, Maryam tam tersine, insanı öyle ciddiye almıyor ki, çocuk gibi olabiliyorsun yanında. Ciddiyetini trambolin yapıp zıplasan bile ruhunun zarı öyle gergin ve kalın ki kıpırdamıyor. Künt bir bulut varoluşu, at kendini, debelen dur.
Hikayeyi ben anlatmayacağım zira yazarı bilumum kanallar, gazete röportajları vesilesi ile fazlasıyla anlatıyor. Öyle ki, kitabı elinize almadan karakterlerden en renklisi olan Madam Lilla kırk yıllık kapı komşunuzmuş da bir siz onun kadrini bilememişsiniz gibi hissediyorsunuz (al, bir benzetme de benden olsun).
Oturup sayfalar dolusu yazabilirim: aslında dört değil üç ve hatta sadece bir kadın kahraman olduğunu anlatabilirim, keşke yol hikayesi o kadının biricik ve öznel iç yolculuğundan bize geçenler olabilseydi diyebilirim (ben kaçırmış da olabilirim tabi…), yazarın okurunu ustalıkla bağlamaya yönelik, aksiyonu bol ama hikayede arpa boyu yol gitmeyen Hollywood dizi senaryosu tekniğini övebilirim, karakterlerini kendisi yaparken Tolstoy’la boy ölçüşmeye kalktığında yazarın nasıl cüce göründüğünden dem vurabilirim, anlatılmaya çalışılanlardan biri eğer Arap Baharı’ysa yazar mühim şeyler yaptığı yanılgısına kapılan insanların düştüğü tuzaklara düştüğü için garip bir karikatür karesine dönüştüğünü tarif edebilirim, içinde mitoloji, mafya dahil envai çeşit unsuru barındırdığından bahsedebilirim ve artık sonlara doğru dört kadın Lübnan’a gitmek için tekneye bindiklerinde ‘şu tekne batsa da bu iş burada bitse,’ diye dilediğimi söyleyebilirim, hele teknede kokain hikayesinde ‘ay bir bu da eksik olsaydı,’ diyerek bana dar basan gereksiz uzatmalardan birine örnek verebilirim, falan filan…
Daha birçok benzetmeyle lafı çok uzatıp, dallandırıp budaklandırabilir, sonunda beyninizi uyuşturarak asıl ne demeye çalıştığımı size unuttturabilirim ama o kadar insafsız değilim… hem bu satırların hem de kitabın onu sevip beğenmiş okuyucusuna karşı saygımdan, bir de en azından bir şekilde ilk baskısı 50.000 basıldığı kapağa yazılarak şimdiden kaç tane satılacağı okuruna dayatılan şey bir kitap olduğu için…. Yine de yazarı tez zamanda Ayşe Arman röportajını takiben (ki içinde işinden atılması, Ortadoğu’ya olan sevgisi, kız kardeşliğin aslında her şeyden önemli bir insanlık hali olduğu hoş bir çiçek aranjmanı şeklinde anlatılacaktır) bir kredi kartı reklamında olur ya da ne bileyim Lebron James’le pota altında bir düette de olabilir… göreceğime dair tekinsiz hisler içindeyim.
Okuduğum kötü kitaplardan biriydi, diyerek abartmayacağım. Sonuçta bir şekilde 470 sayfanın sonuna gelmeyi başardım (okumadan atıp tutmayayım diye de yapmış olabilirim bunu, yazarın emeğine saygı duyduğumdan ya da en azından anlatılan hikaye benzetmeleri ve gereksiz fazlalıkları kafamda çıkardığımda hiç de fena olmadığından). Yazarının, yayınevinin pazarlama uğruna düştükleri komik halleri, yani yukarıda yazdığım birçok şeyi göz ardı ediyorum , iyi niyetle yapmak istiyorum bunu…
Sadece “Edeb, yahu edeb… Kibrinden arınmış, okuruyla kitap arasından çekilmeye gönül indirebilmiş yazar nazarımızda makbuldür!” diyor ve bitiriyorum. Anlayanına… Öyle yani…
P.S.1 Her zamanki kitap yazılarımdan biri olmadı ne yazık ki…
P.S.2 Kitap beni yormuştu, bu yazı daha fazla yordu.
P.S 3 Ecnebi yazarları neden sevdiğimi biraz daha anladım. Muhtemelen sebeplerini yazıya gelen yorumlara cevap yetiştirirken yazarım.
P.S 4 Selgin sen de az değilsin, hadi artık çekil bir git!…
Kitabi yeni sldim, keske yorumunuzu okumadaydim. Diyecegim; “Selgin sen de az değilsin, hadi artık çekil bir git!”
Yazının başına uyarı koydum ama şimdi daha merak uyandıracak. Bence okuyun. Ben mikrop okur suınıfındanım. Kitap için erkek okur kıymetli, kaybınıza sebep olduysam siz de yazar da kusura bakmayın. Yine de sayfa 64 e gelince ister istemez düşüneceksiniz. Ben gerçekten fazla oldum galiba… 😦
kitap çıkalı 1 ay kadar oldu sanırım okunacaklar listemde ama tereddüt ediyordum almaya. sanırım artık almayacağım. size aynen katılıyorum. hangi kanalı açsam yazarı görmekten sıkıldım hatta kendisine sempati duyan biri olarak bunları yazıyor olmam düşündürücü olsa gerek. elif şafak benzetmesi yapacağım bilmiyorum yerinde olur mu. yani bu ülkede birçok değerli yazar var sadece yazıyorlar ve okunuyorlar ..
…
Mesela Barış Bıçakçı değil mi? O neden çıkıp anlatmıyor kendini? İmza: Kızın’dan tecrübe, yazar için orada burada kitabını anlatmak aslında çok yaralayıcı olmalı. Bunun tercümesi, pazarlama dışında, okura kitap hakkında sözel bir kullanma kılavuzu vermek gibi bir şey. Neyse… size kitaplarınızla iyi günler dilerim…
Ben Muz Sesleri’ni bitirince benzer şeyler hissetmiştim – ki anladığım kadarıyla Muz Sesleri yeni kitabının yanında prelüd gibi kalıyor. Dolayısıyla benim için başladığı gibi bitti, malesef bir kitapla sınırlı kaldı Ece Temelkuran. Bu kitabı almayı düşünmemiştim, zira fikrine güvendiğim okur arkadaşlarımdan aynen senin yazdıklarına benzer yorumlar aldım. İttirerek okumak bana göre değil. Seni tebrik ederim ‘finish’e vardığın, üstüne bir de yazdığın için..
Benim için de muhtemelen dahası olmayacak…
ben gene de o gazeteci kadını sana benzetiyorum..yani sana değil.. blogdaki sana belki.. ne biliim.. zaten ondan sevdim kitabı.. =)
ne bulduysa koymuş evet.. hancı tavuğu gibi her yere gaga atmış… kızkardeşlik konusuna gelince.. biri demiş ya ” duygu asena okusa çok gülerdi” demiş..
ben sevdim.. eğlenceliyd,..teşbih de severim.. hafiflemeye gerek duyduğum bir zamana denk geldi..
ama o yattaki uyuşturucuda ben de hah dedim.. .. dedim evet..
ve fakat şu gül şarabı ve yasemin rakısını içmeden gidersem.. olmaz.. derhal peşlerine düşmüş durumdayım =)
atalet
Muhtemelen parçalanmış kişiliğe bir örnek teşkil ediyorum. Yazan ben ayrı, konuşan ben ayrı ve yaşayan ben ayrı… Aslında hepimiz için de böyle olduğunu düşünüyorum, bazılarımız daha iyi maskeler kullanıyorlar ve bunları tekilmiş gibi gösteriyorlar. İşin garibi şu ki, benler arasında ciddi tezatlıklar var sanırım. Daha da açarım ya… şimdilik kalsın. Şu kadar diyeyim, bazı konularda ne kadar düşünceliysem hiç beklenmeyecek konularda da o kadar hırt ve küntüm.
Hikaye eğer uzamasaydı güzeldi, dediğim gibi.
Reklam kısmını da geçtim.
Sadece çok bilen yazar kalıyor elime, onu ne yapacağım bilemedim.
İşin kötüsü gül mamülü herşeyden ve rakının her türünden neredeyse nefret etmem, tiksinmem. Oysa şarabı ve yasemini severim. Tek başına. Bu durumda sen gül şarabı iç ben yanında elimde yaseminlerle oturup gevezelik edetim. Olur mu?
aaa aşkolsun.. yasemin şarabı yaparız.. işin aslı ben de rakı sevmediğime.. gülü de sana feda edebileceğime göre.. onları at.. yasemin şarabı içelim gel.. =)
Tamam olur, bana uyar. Bu aralar çok sarhoş olasım var zaten, olacaksam bari emin ellerde sarhoş olayım…
ece temelkuran’ın bütün kitapları anlattığın gibi bence diyerek senden daha fazla olacağım selgin 🙂 hepsi için aynı şeyleri söyleyebilirim sadece konuları farklı işte.neticede sana katılıyorum.not: henüz bunu okumadım ama eskilerinin hepsini okudum,bu da böyle vitrinlerde boy boy göründüğü için gıcık kaptım sanırım almayacağım.
Sen nasıl Koç’sun ya?… Ben de uyuzlanırım vitrinlerde fazla yer işgal edenlere ama Atalet okumaya başlayınca dayanamadım işte…
Yine duygularımın tercümanı olmuşsunuz.
Ben bir de okurken kitabın Arapça (hatta Mısır Arapçası) ile yazıldığı ve daha sonra Türkçe’ye çevrildiği izlenimine kapılmıştım. Aksi takdirde bu derece uzun cümleleri, anlam kaymalarını kendimce açıklayadım da. Demek Ece Temelkuran’ın popüler romanı da böyle oluyormuş, ne yapalım.
Eğer Ece hn. Mısır Arağçası’na anlatım dili ne kadar nahoş olsa da roman yazabilecek kadar hakim olduysa takdir ettim. Bol kitaplar dilerim. Sevgiler…
Selgin sen çekilp gitme. Listende kitabı görünce ben bu yazıyı merakla bekliyordum. Muz Sesleri’ ni ıkın sıkın okumuştum. Boşuna zaman kaybetmeyeceğim için mutlu oldum kendi adıma ve teşekkürler
Yaaa… ne demek, yazarı blogun, hele ki kitaplar kısmının, okuyucusuna kurban. Neyse ki ardından terapi niyetine Vanessa ve Virginia’yı okumaya başladım. Muhtemelen yazıda üzerimdeki yükü atmıştım, böylelikle tamamiyle kurtulurum.
Sevgili Selgin bir şey sormak istiyorum: yazının etiketleri arasında “Kur’an okuyup roman yazmak” var. Ece Temel Kuran’ın, Kur’an dan esinlendiği izlenimi mi edindin?
İzlenim değil ki… Zaten “düğümlere üfleyen kadınlar” Felâk sûresinde geçen, büyü yapanlar için kullanılmış bir tanımlama. Bir de yazar her fırsatta bu kitap için Kur’an-ı Kerim çalıştığını vurguluyor.
iktidarla arasını düzeltmek için mi acaba
?!?
:- I
katılıyorum sana selgin ?!?:)))) Bu nasıl bir ego kodu anonimmm????her başarı için iktidarla yalakalık yapmak lazımdır mı:)))))
Bilemedim ki… Kimin ne yaptığını anlamak zor. Bir bakıyorsun iktidar karşıtı oluyorlar, bir bakıyorsun onaylayıp yandan yandan kendilerine yer açmaya çalışıyorlar. Liberal duruş dedikleri bu galiba ama bende bir omurgasızlık hissi yaratıyor. Hepsi bir tarafa kafalarda buna dair bir soru işaretinin oluşmuş olması bile herhangi bir yazar için, hele ki yapıtı en azından bir dahaki sene hatırlansın istiyorsa, çok da iyi olmasa gerek…
tavsiyelerine genellikle:) uyduğum için,baştaki notu dikkate alarak…zaten listemde olan bu kitabı okuyup öyle geleceğim 🙂
İyi olur. Sonuçta kimsenin okumasına mani olmak değil fikir beyan etmek. Sen de sonrasında izlenimlerini paylaşırsan sevinirim.
Dün gece geç okudum yazıyı, yorumu yapmayı sabaha bırakmıştım, dolmuş da dolmuş buralar:) Neyse ki Serenad’daki gibi kanlı didişmeler henüz yaşanmamış. Her şey pek ölçülü. Alayım diyordum kitabı, sayfasından haberim yoktu.Hele ki teşbihini, tasvirini, konu bolluğunu duyunca tereddütlüyüm.
Bu arada “teşbihte hata olmaz” sanırım “yap yapabildiğin benzetmeyi, herşey mübah” manasında değil de “teşbih hata kaldırmaz, benzetmeni güzel yap. Aşırıya kaçma” manasında aslında… Leylak Dalım doğrusunu bilir! Nokta.
Hımmm…. Doğan Bey mi anlatmıştı teşbih konusunu yoksa Oya hanım mı? Herhalde ben o sırada ders kitabı arasında her zaman olduğu roman okuyordum, kulağımda ancak bu kadar kalmış. Doğrusu hata kaldırmaz olmalı.
Neyse bunu bir tarafa bırakacak olursak ben de elimden geldiğince seviyeyi korumaya çalıştım. Bir de tabiii yazarın cinsiyeti de oldukça önemli bence. Erkek yazarları kadınlar bana kalırsa daha fanatik savunuyorlar.
İstersen yarın kitabı okula bırakayım Defi’nin çantasında, tabii sabrın varsa…
Bırak, denerim.Kendime eziyet çektirmeyip yarıda bırakabiliyorum gerektiğinde artık. Muz Sesleri ile İç Kitabı’nı okudum ben ondan.Muz Seslerini rahat okumuştum. İç Kitabı içimi dışıma getirdiydi.
Benim çok sevdiğim bir söz vardır ” arkadaşını söyle kim olduğunu söyliyeyim ” ,kendi ilkelerime göre çok fazla yanılmadım kişi bazında .Kitap listesi ve yazar yönünden tutucu sayılırım belirli yazarlarımın dışına çok kolay çıkamıyorum ,çıksam da okumakta zorlanıyorum.Okuduklarım da bana birşey kazandırmıyor. Son otuz yılda az sayıda ilkeli yazar yetişti ,onlar da reklamlarını yapamadıklarından çok fazla tanımıyorlar.Çok satan ve çok reklam yapılan kitaplar için yargım şudur :”yazarını söyle nasıl kitap olabileceğini söyliyeyim” Önyargılı olmakla eleştirilebilirim ama böyle işte…Orhan Pamuk etkili oluyor sanırım kelime yığıcıları diyorum uzun uzun benzetme ve tasvirlere .Kalemi eline alan Arap baharından söz ediyor demek ki; Hay Tanrımmm!…
bayildim, hakikaten anlayanina, ellerine saglik
Size göre biraz daha olumlu baksam da yine de kitap hakkındaki görüşlerimiz benziyor.http://www.kitapsohbetcisi.com/2013/04/dugumlere-ufleyen-kadnlar.html
Gittim, gezdim, gördüm, yorumumu bıraktım…
Çok teşekkür ederim. Ben de sizin “teşbihte hata olmaz ama fazlası okuru boğar” şeklindeki tespitinizi özellikle beğendim 🙂 Her zaman beklerim, kitaplar üzerine konuşmayı severim, özellikle karşımda benim sözüme söz ekleyecek birini bulursam.Sevgiler…
Merhaba Selgin
Yorum için teşekkür ederim. Kitap beni inanılmaz boğdu. Sorup soruşturuyordum cevreye devam etmeye deger mi ben mi birşey kaçırıyorum acaba diye. Gereksiz bir Arapça ve İngilizceden kelime harmanlanmasi(Türkçe’de bal gibi karşılığı olan kelimeler üstelik), kadınlar arasındaki tepeden inme,samimiyetsiz samimilik,genel anlamda kullanılan dilin iticiligi kitabı benim için imkansız kılan olumsuzluklardan bir kaçı. 270inci sayfada havlu atıyorum çünkü bu kitap uzerinde bir dakika daha harcamak okunmayı bekleyen onlarca kitaba haksızlık gibi geliyor bana.
Seval merhaba. Ben yorumunu gördüm ve benim gibi düşünen birisini daha birini buldum, diye sevindim ama onaylamamışım, bu yüzden sayfada görünmüyordu. aynı fikirdeyim, bekleyen onca kitap varken bunlara okumayı verilen emeğe yazık. Neyse, sana çok geçmiş olsun.