Etiketler

, , ,


vanessaYazdıklarının tamamını uzun zaman önce okudum ama kesinlikle bir Virginia Woolf fanatiği olduğumu söylemekten uzağım. Virginia Woolf’tan en son okuduğum aslında bir uzun makale olan “Kendine Ait Bir Oda” idi. Okurken mutfaktaydım.Yazmak istiyordum, kısmen de olsa yazıyordum, kendi paramı kazanıyordum ve henüz o zamanlar tek çocuğumuz olduğu için evimizde daha keyfi ihtiyaçlar için kullanabildiğimiz bir odamız vardı.

Yıllar sonra Julia Glass’ın çok sevdiğim romanı “Üç Yaz” ı mutfak masasında yazdığını öğrenmek az da olsa yüreğime su serpti.

İnsan, ister istemez eskiden bazı şeylerin daha kolay olabileceğini düşünüyor. Diğer taraftan da günümüz olanakları göz önünde bulundurulduğunda geçmiş zamanlarda bir eser ortaya çıkarmak insana düpedüz çılgınlıkmış gibi geliyor.

“Kendine Ait Bir Oda”yı okumamın üzerinden epeyi bir zaman geçti. Artık evde o oda da yok ve mutfak mabedim olduktan sonra iki öykü dosyası hazırladım. Nasıl oldukları konusunda hiçbir fikrim yok. Uzun bir zaman da olmayacak. Biri gün ışığına çıktı, diğeri bir köşede birilerinin insafını bekliyor. Basılmak gibi bir şansı olsa bile muhtemelen ülkede eleştiri kavramı, edebiyat anlamında nerdeyse 100 yıldır Türkçe’de eser veriliyor olmasına karşılık ne yazık ki henüz emekleme aşamasını geçmediği için gerçek anlamda yazdıklarımın bir şeye benzeyip benzemediğini öğrenemeyeceğim.

Virginia Woolf profesörü Susan Sellers’in eseri olan Vanessa ve Virginia’da, Virginia Woolf’un kızkardeşi, ablası Vanessa Bell’in yaşamının çatlakları arasından Virginia Woolf anlatılıyor. Kitapta olaylar  ana karakter ressam Vanessa Bell’in gözlemleriyle, onun ağzından aktarılırken sadece Virginia Woolf için “sen” hitabı kullanılırken, diğer karakteler, Vanessa’nın eşi, sevgilileri, çocukları dahil “o” olarak niteleniyorlar.

Vanessa ve Virginia dokuz kardeşin ikisi. Annelerinin ilk evliliğinden dört, babalarının ilk evliliğinden bir ve sonrasında da ortak dört çocukları var. Vanessa ve Virginia dışında Thoby (Vanessa’nın küçüğü) ve Adrian (Virginia’nın küçüğü) ortak çocuklardır.

Virginia Woolf fanatiği olmadığımı söylemiştim. Bu sebepten olsa gerek, yaşamıyla ilgili olarak kitaplarını kocası ile kurdukları yayınevinde bastıkları ve hiç çocuğu olmadığı dışında ne yarı üvey erkek kardeşleri tarafından Vanessa ile birlikte cinsel istismara uğradıklarını ne de en sevdiğim eseri Orlando’ya ilham veren Vita Sacville-West ile ilişkisi olduğunu biliyordum. Bunun dışında bu kitaptan babalarından ötürü yarı üvey kardeşleri Laura’nın genç yaşta zihinsel hastalık nedeniyle evden uzaklaştırılarak hastaneye yatırıldığını, Virginia’nın yazarlığının gelişiminde Vanessa’nın eşi Clive Bell’in büyük rolü olduğunu, iki kardeşin dahil olduğu Bloomsbury grubunun öncülüğünü yaptığı cinsel liberalizm nedeniyle hiç de sakin bi yaşamları olmadığını öğrendim, Vanessa Bell’in hayatına bakınca eşler ve sevgililer ve de çocuklar hayata dahil olduğunda üretmenin nasıl güç olduğunu gördüm.

Benim için bu kitabın en güzel yanlarından birisi anlatıcı karakter Vanessa Bell’in ressam olmasından ötürü gerek Vanessa’nın gerekse o dönemin başka ressamların eserlerine ilişkin anlatımlardı. Resim sanatından çok bir şey anlamam, en sevdiğim ressamlara vereceğim örnekler kesinlikle empresyonistlerdir ama resim anlatılarını okumayı, anlatılanları kendi kafamda çizip, yönergelrr doğrultusunda boyamayı çok severim. Sanırım bu kitabı kesintili ve oldukçamesafeli anlatımına karşın sevmemedeki temel nedenlerden biri buydu.

Bin sekiz yüzlerin sonu, 1900’lerin ilk yarısında Londra sanat ortamına dair ipuçları yakalamak, seviyorsanız Virginia Woolf’u ona en yakın kişilerden birisinin kurgusal anlatımıyla tanımak farklı bir okuma deneyimi olabilir.

Öyle yani…

Kitabın künyesi:

Çeviri: Suğra Öncü, Sel Yayıncılık, Ekim 2010, 189 sf.