Etiketler
Dün akşam BB dışarıdaydı. Defi ertesi sabah kolay kalkabilmek için erken uyudu.
Defi akşam yemek sonrasında yarın sabah kahvaltısı için Kem’e sevdiği kreplerden pişirirken beni seyrediyordu. Ertesi gün giyecekleri kıyafetler konusunda Defi ile el sıkıştık. Önemli bir mevzu, sabah 08:05 uçağı ile İzmir’e gidiyordum, demek oluyor ki Defi’nin rutin uyanma saati 06:30, en geç, evden çıkmış olmalıydım. BB, ikisini hazırlayıp okullarına bırakacaktı. Defi’nin sabah ne giyeceği konusunda beni çıldırtma aşamasına getirmişliği var. Uyduruk bir bahane ile bir sabah giydirdiğim altıncı çift çorabı çıkarttırırken cinnet nasıl geçirilebilir, hissetmiştim. Kem de bir ayakkabı tekini yedi dakikada giyecek kadar iddialı olduğu yavaşlığı ile insanı uyuşturarak aynı etkiyi yapabilir. Anlayacağınız bizim evde de işler her çocuklu evde olduğu gibi. Tabii kişisel farklılıklarımızla durumu renklendiriyoruz, bazen baba esip gürlüyor, bazen dişlerimizi sıkıp ses çıkarmıyor, kimi zaman yaptıkları bir şeyi dilimize dolayıp evin ortak eğlence malzemesi haline getirebiliyoruz.
Hazır Defi de erkenden uyumuşken bir film seyredeyim, dedim. Elime örgümü aldım ve bakınmaya başladım. We Need to Talk About Kevin’i bulmayı hiç beklemiyordum. Film hakkında Ezra Miller’ın oyuncularından biri olduğunu bilmek dışında en ufak fikrim yoktu. Ezra Miller’ı da şunun şurasında bir ay kadar önce The Perks of Being a Wallflower’da tanımıştım. Kem’le filmi seyretmeye başladık.
Filmin çeyreğine gelmeden, olacakları kestirerek filmin sıkıcı ve anlaşılması güç olduğunu, artık odasında yatakta kitap okumasının daha iyi olabileceğini söyleyip Kem’i sepetledim.
Bir anne olarak çeşitli olaylar karşısında ve koşullarda zaman zaman anneliğimi çok da aşırıya kaçmamaya çalışarak kendi kendime sorguladığım olmuştur. Bu akşam süper olmasa da en azından kötü bir anne olmadığıma nacizane karar verdim.
Oldum olası savunduğum bir görüş de perçinlenmiş oldu. Bir annenin çocuğunun onu sevmesini beklemek ve istemek gibi bir lüksü hiçbir zaman olamaz ve bir çocuk sevildiği kadar karşısındakini sever, o kişi annesi bile olsa. Her çocuk karakteri ile doğar. Bununla da ilgili bir savım var… Doğumu takip eden ilk geceyi es geçip ikinci geceye bakmalı. Bebek bu dünyadaki ikinci gecesini nasıl geçirirse genelde sonrasındaki gecelerde de benzer bir davranış sergiliyor. Annenin yapması gereken tek bir şey var, o da kucağına verilen mucizeyi her şeyi ile kabullenmek ve ona bir karşılığı olup olmayacağını düşünmeksizin sevgisinin tamamını kelimenin tam anlamıyla boca etmektir.
Her zaman olduğu gibi yine uzun bir girizgâhtan sonra filme dair dişe dokunur birkaç laf edebilecek miyim, emin değilim. Konuyu şöyle özetleyebilirim; bir çocuk canavar olarak mı doğar yoksa ebeveynleri tarafından bir canavara mı dönüştürülür? Bir çocuk annesi tarafından sevildiğini hissetmezse ne olur? Anne kendine anneliğini ispat etmek için üstüne bir de babayı biyolojik baba olarak kullanarak ikinci çocuğu doğurması mevcut durumun vehametini ne kadar arttırır? Ebeveynler çocukları söz konusu olduğunda ne kadar körleşebilir? Ebeveynlerin birbirlerinden nasıl kopuk olabilir? Çocuk altı yaşında dışkısını bilinçli olarak altına yapıyorsa ve ebeveynler bu sorunun önemini kavramaktan uzak olup profesyonel yardım almayı akıl edemediklerinde sonrasında yaşananlardan ne kadar sorumludurlar? Madem üzerinde konuşulması gerekn bir konudur bu çocuk neden onca zaman beklerler? Falan filan… Uzar gider.
Fazlasıyla travmatik bir film. Bir yerden sonra neler olacağını üç aşağı, beş yukarı kestiriyorsunuz sonrasını sürekli kalkıp gitmek isteyerek seyrediyorsunuz. Kanın neredeyse olmadığı ama film bittikten sonra gözünüzün önünde sadece ve sadece kesif bir kırmızının olduğu nadirdir, herhalde.
Kevin’e dair de bir şeyler yazmalıyım. Mantık olarak empati kuramamamız gerekir ama beni öyle derinden sarstı ki, son ve bir önceki yaptığı dışındaki tüm reaksiyonlarını takdir ettim. Özellikle de altı yaşındayken annesi kolunu kırdığında onu babasına karşı korumasını. Diğer taraftan daha iki aylık bebekken ağldığında annesinin onu sakinleştirmek için şefkatle kollarına alıp, öpüp koklayarak kulağına bir şeyler mırıldamak yerine tanımlayamadığı bir cismi tutar gibi kolları dirsekten tam açık tutuşundan çok etkilendim. Kevin’in annesinin tavır ve tutumlarına karşılık sevgi dilenmeyecek kadar dirayetli olması ibretlikti. Diğer taraftan hastalandığında annesi ona kitap okurken Kevin’in ona sokulması ve her zamanki hırçın tavırlarının aksine şefkate ihtiyacı olan gayet normal bir çocuk gibi davranması bana onun sosyopatlığının aslında doğuştan gelmediğine ikna etti.
Kevin’i canlandıran küçük oyuncular kesinlikle başarılıydı ama Ezra Miller kesinlikle geleceğin sayılı oyuncularından biri olacağını kuşkuya yer bırakmayacak şekilde gösteriyordu.
İyi kitapların iyi filmleri olur, diye bir savı bu filmden sonra rahatlıkla ortaya atabilirim.
Bugün akşamüstü filmden sahneler hâlâ gözümün önünde beliriyorsa bence tek kelime ile iyi filmdir.
Öyle yani…
Film Festivali’nde seyrettim bu filmi. Çıkışta kendimizi Beyoğlu’nda nereye atacağımızı şaşırmış, kendimizi alkole vermiştik. Tilda Swinton’ın da hakkını yemeyelim iyi oyunculukta!
Doğru, beni bu kadar irrite etmeyi başarması oyunculuğunun ne güçlü olduğunu gösterir. Ezra Miller’ı her şekilde tek geçerim.
Evet, yerım şişe votka giderdi belki üstüne ama kadının sürekli şarap içmesi de beni çok rahatsız etti. Bir süre şarap bile içemeyebilirim.
Ebeveynler çocukları söz konusu olduğunda ne kadar körleşebilir?
acaip.. acaip körleşebilir.. etraflarındaki diğer insanların gözlerini de elleriyle kapamaya çalışırlar..
Ebeveynlerin birbirlerinden nasıl kopuk olabilir? süper uzak olabilirler.. burdan aya aydan geri buraya kadar uzak olabilirler..
görüyorum duyuyorum inanamıyorum ama öyle..
Benim de etrafımda çok örnek var. Bazen kişilerin çocuklarını anormalleştirdiklerini düşünüyorum. Kimi zaman derin düşünceler sarıyor beni, acaba bilmeden çocuklara zarar verdiğim oluyor mudur, diye. Sonuçta Eva hiçbir şeyi kasti, planlayarak yapmadı. Yapıyoruzdur ama sanırım neyi ne kadar yaptığımız, dozaj ve pozoloji önemli.
Galiba işin sırrı onun birey olduğunu bu dünyaya biricik ve değişmesi mümkün olmayan kişilik özellikleri ile geldiğini baştan kabul etmek ve sonrasında da o hamuru olabildiğince iyi, içine en çok sevgi ve şefkat ve hatta duble, triple şefkatle yoğurmak ve ona senin için kıymetinin paha biçilmez olduğunu hissettirmek. Şımartmak değil söylemek istediğim.
İnsanların fiziken ne kadar yakın, ruhen ve beynen ne kadar uzak olabileceklerini biliyorum ve şahit olduğumda da hayret ediyorum. PEki o zaman neden? diye sormak geliyor içimden.
Neyse…
Güzel bir film ve inceleme. Ben benzer konulu “Ötekinin Babası” (2015) filmini de tavsiye ederim. Bundan daha güzel. İzleyin bence.
=) de yi ayırmayı unutmak hata da.. de yi diğer sözcüğün başına yapıştırmak.. =).. fenomenal diyeceğim puaro gibi..