Etiketler
Arap Baharı, Barelona, Fas, Mathias Enard, savaşlar krallar filler, Tanca
Arap Baharı sırasında sizin düşünceniz, hissiyatınız ne yönde idi bilemem ama ben pek de ilgili olmayan bir tavırla takip etmiştim. Aslında daha doğru bir ifade ile benim coğrafyamda her gün olagelenleri bir başka coğrafyanın entelektüeli ne kadar ilgilendiriyorsa o kadar ilgilendim ki bence kafiydi. Bence orada olanları burada müthiş bir heyecanla izlemek, milli bir yaklaşımla değerlendirmek büsbütün yapmacık, irdelenmesi gereken bir tutumdu. Kaldı ki şu günlerde halen yaşıyor olduklarımız, patlayan bombalar sonrasında kaybettiğimiz masum canlar o zamandan bu zamana bizim olmayanı bizim yapma çabamızın, asıl üstüne eğilinmesi gereken, buzdağının ancak görünen kısmına dair hiçbir çözüm vaad etmeyen çaba demeye dilim varmıyor, girişimlerin keşmekeşinden ortaya çıkan absürd ve elim bir sonuçtur.
Bu konu üzerine sayfalarca yazabilecek olsam da burada kesip elimden geldiğince konunun etrafından dolanarak size bir kitap anlatmaya çalışacağım. Ancak bu, yazının kitaba ilişkin kritik bilgiler içermeyeceğini garantilemez.
Roman üç mekanda geçiyor. Tanca, Algericas ve Barcelona.Kitabın ana karakteri, protagonisti, 17 yaşında, amca kızına vurgun Faslı bir delikanlı. Yüzüncü sayfaya kadar bu delikanlının adı yok. Zaten adının ne olduğu sorusu okurun pek de aklına gelmiyor. Daha ilk sayfalarda bu delikanlının en yakın arkadaşı Besim’le tanışıyoruz. Besim ve kahramanımız Tanca’da boğaza karşı, geleceğe dair hayaller kuruyorlar. En büyük hayalleri var olan, kaderlerinin muhtemelen onlara gösterdiğini düşündükleri olağan yaşam döngüsünü kırarak Avrupa’ya gidebilmek ve orada yaşam kurabilmek. Aslında ikisi de romanın sonunda Barcelona’da yeniden biraraya geliyorlar gelmesine ama aradan geçen 3-4 yılda başlarından bir sürü olay geçiyor. En azından biz 100. sayfa civarında adının Lakhdar olduğunu öğrendiğimiz kahramanımızdan ötürü böyle olduğunu biliyoruz. Besim’in tüm bu süre içinde neler yaptığı muamma olarak kalsa da Arap Baharı’ndan nasiplendiğini, hatta neferlerinden, Maraşkeş’teki bombalamanın baş aktörlerinden biri olabileceğini şiddetle hissediyoruz. Tüm anlatı boyunca Lakhdar okurun kendisinden kopmasına bir an bile izin vermiyor, öyle içten, öyle sahici. Besim’i de seviyor okur, hatta edilgenliğinden etkileniyor, toyluğunun başkaları tarafından nasıl fırsat bilinip kullanılmış olmasından ötürü acıyor. Şeyh Nureddin bile olağan bir adam, konumu nasıl gerektiriyorsa öyle biri ve bize, bana bile, çok ama çok aşina. Hatta bu aşinalığın ürkütücü olduğu bile söylenebilir.
Lakhdar, kitap okumayı, özellikle de polisiyeleri, seven bir genç. Yaşamındaki birçok badireyi de bu özelliği ile atlatmayı başarıyor. Tanca’ya turistik ziyaret için gelen, üniversitede Arapça öğrenimi almakta olan Judit ile de hikayeleri aslında bambaşka şekilde başlasa da Lakhdar’ın polisiyelerdeki süregenliğe tutkusu sayesinde devam ediyor. Judit’in yaşamı bir belirsizlik dönemecinden geçerken Lakhdar’ın o zamana kadar hırsla ve inançla tutunduğu umutlarını belki de kendisini yok sayarak, çok daha fazla sayıda insanın yaşamını kurtarmak adına bırakması çok da tesadüf değil aslında.
Mathias Énard, Savaşları, Kralları ve Filleri Anlat Onlara ile tanıdğım ve sevdiğim bir yazardı. Konunun bütününe hakimiyeti, kendine özgü dil ve anlatımıyla kitabı sevmiştim. Hırsızlar Sokağı’nı tereddütsüz elime aldım. Ortadoğu’ya, Arap Baharı dahil, sınırlı ilgi duymuş biri olarak kitabı etkileyici bulmamdaki en önemli etmen yazarın hem coğrafyayı hem de kültürü sanki oralarda doğup yaşamış ya da yaşamının büyük bir kısmını geçirmiş biri gibi özümsemiş olmasıydı. Anlatımdaki dilin akıcılığı ve olaylara farklı bir açıdan bakışı ile birleştiğinde ise okunmaya ve üzerinde düşünmeye layık bir kitap çıktığını rahatlıkla söyleyebilirim.
Kitaba dair Aysel Bora’nın çevirisinin öneminin büyük olduğuna değinmeliyim. Özellikle de kitabın başlarındaki anlatımın oldukça hızlı olduğu yerlerde kitaba bağlanmamı sağladığı için kendisine gönülden teşekkürler. Çünkü cümle yapılarından, uzunluklarından kötü bir çevirmen elinde kitabın nasıl heba edilebileceğini anlamak çok zor değil. Çeviri ile ilgili tek takıldığım “yine” yerine kullanılan “gene”lerdi. Yinelemek diye bir fiil biliyorum ama genelemek diye bir fiil bilmiyorum. Ayrı yazılması gerektiği halde bitişik yazılan de/da lar gibi takıldığım bir nokta olduğu için belirtmeden geçemedim.
Özcümle… Hırsızlar Sokağı yakın zamanda okuduğum iyi kitaplardandı. Hele ki başka bir gözle Arap Baharı’na bakmak istiyorsanız ayrıca tavsiye edilir.
Öyle yani…
canımcım..
elimde şu an..
bize, bana bile, çok ama çok aşina. Hatta bu aşinalığın ürkütücü olduğu bile söylenebilir.” demişsin ya o aşinalık bize ve bana..
o yüzden mathias enard’ı pek başarılı buldum.. bu konuyu bu kadar iyi ele alabildiği için..
iyi yazar olmanın ötesinde iyi düşünür ve iyi gözlemci de olsa gerek dedim..
sevgilerle..
Belki de iyi yazar olmanın temel kurallarından birinin iyi gözlemlemek ve gözlediklerini de farklı açılardan yorumlayabilmenin önemini gösteren bir örnektir kendisi.
Lakhdar’ı aldım, Holden, Seymour ve Kafka’nın yanına yoldaş koydum. Kitap okumayı seven roman kahramanlarının yeri bende ayrıdır. Pek severim kendilerini. Öyle gün boyu yerlerinden teprenmeden okuaybilirler ya çok hoşuma gider. Muhtemelen kendimi onlarda bulduğumdan…