Etiketler

, ,


Üç hatta nerdeyse dört haftadır tüm düzenimiz alt-üst oldu. Önce iki ağaçla başladı. Ayın 29 veya 30’unda birilerine şöyle dediğimi hatırlıyorum: “Tuhaf ve saçma… Orası hakkında proje seçim öncesinde Kanalİstanbul’la birlikte seçim vaatlerinde açıklanmıştı. Kaldı ki, Gezi Parkı uzun zamandır kimsenin çok da umurunda değildi.” Ve daha da ileri gideyim bazı insanların görünmek için oraya gittiğini düşündüm.

Her zaman aklımdaki neyse ağzımdaki de o oldu. Bunları bir şekilde dile getirmişken şimdi burada yazmaktan çekinecek değilim.

Çünkü şimdiye kadar dayatma usulü yapılan birçok şeye ses çıkarılmamış olmasını bir türlü anlayamıyordum. Özellikle de eğitim sistemimiz baştan aşağı değiştirilip, Arapça’nın seçmeli ders ilan edilmesini takip ettiğinde okuduğunu anlamayan bir nesil yetiştirilmek üzere tohumlar atılmasına sessiz kalan bu insanların şimdi ayağa kalkmalarını anlamak benim için kolay değildi. Ben zamanında buradan cılız bir sesle itiraz etmiş, sonrasında yaşamı tehdit eden söylemlerle boyumun ölçüsünü alıp yazılarımı 4.4.4.

İşin doğasını hızlı bir şekilde kavrayınca absürd kırgınlığımı bir kenara bırakmam çabuk oldu. Aslında orada başlangıçta o iki ağacın kesilmesine itiraz edenlerin ne 4+4+4 ile ilgileri vardı ne de iki yıl önceki seçimle. O zaman zararın neresinden dönülürse kâr kârdır, mantığıyla bir şekilde o yumulu gözler açılmıştı ya, gönülden destekledim.

Sonra her şey bambaşka bir hal aldı. Hepimiz dolu dolu yaşadık, bolca acı çektik, çok fazla gururlandık, önce kendimize sonra da yanımızdakine güvenimiz yerine geldi ve yalnız olmadığımızı anladık. Biz düşündüğümüzden çok daha fazlasıydık. Hepsinden önemlisi ve ötesi, dünya yansa umurlarında olmayacağıını düşündüğümüz genç insanlar sokaklara dökülmüşlerdi ve istedikleri oldukça basitti: ELİNİ ÇEK! Kimin olursa olsun herhangibir eli hayatlarında istemiyorlardı. Bu kadar basit olduğu için anlaması gerekene karmaşık geldi.

Sonuçta artık eve dönmüş olabiliriz ama öncesinde büyük bir sınav verdik ve sınavdan en yüksek not neyse onu alarak, hatta yıldızlı yaldızlı geçtik.

Ben hiçbir zaman ne sokakta ne de Gezi’deydim. Evde “zorla” tutulan değil kendi iradesine sahip diğer %50 den biriydim.

Bu süreçte çok net olarak zekanın, birikimin nasıl fark yarattığını gördük. Umarım bunu sadece “biz” görmemişizdir. Ya da tersi geçerliyse de sadece görmeyenler adına üzülebilirim, demek samimiyetsizlik olur, keşke görebilselerdi ve inanmakla düşünebilmek arasındaki farkı anlayabilselerdi, diye temennide bulunabilirim.

Neyse…

Öyle ya da böyle… Muhtemelen biz de bir yerlerde insiyatif anlamında hata yaptık.

Şimdi… bundan sonrası eski hayatımıza bir şekilde geri dönmemizi gerektirir. Yani, ben kendi adıma okumaya geri dönmeliyim ki okuduklarımın üstüne yazabileyim. Ya da, zaman zaman züppece olabilir ama bir yerlerde gördüğüm farklı değişik şeyleri anlatmalyım ki, bunlar birisinin ilgisini çekebilir. Belki aptalca ama ben bir yerde yediğim yemeğin sosu üzerine kafa patlatıp eve döndüğümde kafamdaki lezzeti analiz ettikten sonra benzerini evdekilere yapmaya çalışmamdaki çabam, kim bilir, biliyorum abartıyorum, birisinin kafasında mincik, miniminnacık bir ışık yakarsa… galiba biz de misyonumuzu yerine getirmiş oluruz.

Yine de… her şeyden ve hepsinden önemlisi kitaplardır… Eğer biz de bırakacak olursak, iyi olmayacağı kesin, çok kötü olur…

Okudukça, gördükçe, düşündükçe, paylaştıkça çoğaldığımızı unutmamalıyız… Kuvvetle ihtimaldir ki, bize ucube! görüntüsü veren budur…

Sonuçta… çok ara verdik, artık yeniden başlamalıyız….

Öyle yani…