Etiketler

, , , , , ,


Olanlara, özellikle de söylenenlere şaşırıyoruz ya… Safız hâlâ. İnsanlığın yaşam çizgisinin bu noktasında hepimiz teknolojiyle bulanmış yaşarken, herkes aynı düzeyde, aynı donanımda, aynı duygulanımda zannediyoruz. Olabildiğince olağan şekilde ağızlardan dökülenlere hayret ediyoruz. Sanıyoruz ki, herkes üç aşağı, beş yukarı bizim gibi yaşıyor ve düşünüyor. Bunun adı “fanus yanılgısı”. Evlerimizden çıkıp belki yürüyerek on beş dakika ötedeki başka bir semte gitsek, belki biraz olsun farkına varacağız bunun ama böylesi bizim de işimize geliyor.

Hayat nereden baktığınıza göre değişir ve bir pencereden bakarken bile görmek istemediğiniz bir şey görüş alanınıza giriyorsa algıda seçiciliğinizle görmek istediklerinizi onun önüne geçirir ve yok sayabilirsiniz. Aslında biz uzun zamandır bunu yapıyorduk. Şimdi birçoğumuzun varlığından bile haberinin olmadığı birisi bir sohbet programında çıktı ve kendisi için aykırı olmayan, hep kafasında var olan düşünceyi artık ortamın elverişli olduğuna duyduğu güvenle açıkladı.

Bu zihniyete göre birçoğumuzun tartışmasız recm edilmesi gerek. Hiç uzaklaşmadan kendimden, o zihniyet beni nasıl görür, örnek vereyim. Biz o zihniyete göre fena dejenere tipleriz. Düşünsenize, ben gafil kadın, çocuklarımın başında evde oturmam gerekirken çalışıyorum. Bu yetmiyormuş gibi çalıştığım yerde namahrem erkekler var. Hadi, sabah gidip akşam dönsem neyse. Beyimin hiç tanımadığı insanlarla gidip akşam yemekleri yiyorum, hatta zaman zaman valizi toplayıp gidiyor ve üç gün, beş gün oradan oraya dolaşıp, otel odalarında kalıyorum (iş seyahatlerinin kaçınılmazı uçağa binmek ve otel odasında kalmaktır).

Oysa, bize soracak olursanız, hayatı eşimle birlikte sırtlanıyoruz. Evin geçimi, çocukların bakımı ikimizin ortak görevleri. Herkes önce kendisine, sonra eşine saygısını koruduğu sürece her şey gayet olması gerektiği gibi. İş dışında hemen hemen vaktimin tamamını ailemle birlikte geçiriyor, eşimin ve çocuklarımın ne ihtiyaçları olursa olsun gidermeye çalışıyorum. Eş ve anne olarak ne yapmam gerekiyorsa en iyisi olması için çaba sarfeder ve aynısını da eşimden beklerim. Kavgamız gürültümüz pek yoktur, çocuklarımıza öğretmeye çalıştığımız en önemli şey ahlaklı insan olmalarıdır.

Yani, asıl olan edep. Nasıl göründüğü ise teferruat.

Yine bir kendi söyler, kendi dinler durumdayız, bilmem farkında mısınız? Fanus yanılgımız içinde kendi kendimize sinirleniyoruz, üzülüyoruz, bundan sonra ne olacak diye endişeleniyoruz ve yine kendimden örnek, günlük hayatımızın karmaşasında doğru dürüst aksiyon anlamında hiçbir şey yapmıyoruz. Belki de bu ülkenin gerçeğinden bu kadar uzaklaşmasak yeterli olacaktı, yani gündelik yaşantının plazaların dışında da aktığını görmek için çaba sarfetsek, hipermarketler yerine semt pazarlarına gidip domates alırken yanımızdaki diğer iki kişiye kulak kabartsak, başkaları altı nüfus bizimkinin dörtte biri yaşam alanında hayatını nasıl sürdürür, ne seyrederler, bir şey okurlar mı, okurlarsa neyi, hangi amaçla okur, bundan ne öğrenirler merak etsek,biz Cumartesi gecesi eğlenmeye giderken başkaları bilmem kim hocanın evindeki Perşembe sohbetinde ne dinler bilmek istesek, böyle şeyler burnumuzun dibinde olurken inatla görmezden gelmesek şimdi her gün ortaya atılan, yıllarca bekletilmiş düşüncelerle hayretlere kapılmazdık.

Kadının hamileliğinden utanması ya da en azından gurur duymaması gerekliliği bu toplumun büyük kısmına değil sadece bizim gibilere yabancıdır. Şehirlerin ister merkezlerinde ister kenarlarında ya da Anadolu’nun herhangi bir yerinde sorun bunu, çoğunluk teyit edecektir. Benzer şekilde mevsim itibari ile hafta sonlarını havuz kenarları, plajlarda geçirmek bizim için ne kadar olağansa başkaları için o kadar kabul edilemez ve olağandışıdır. Bununla ya da bizim için olağan başka bir sürü şeyle ile ilgili de muhtemelen bizim duyacağımız şekilde henüz dile getirilmemiş oldukça sert söylemler mevcuttur.

Yazı yazarken resmi, evlilik sebebi ile eşimden aldığım soyadımı kullanmıyorum, bunun yerine önceki soyadımın baş harfi ile şimdikini birleştirdim ve GB oldu. GB’yi de en çok bana bu hayatta yaşama şerefine eriştiğim iki gebeliğimi çağrıştırdığı için seviyorum. Bir kadının gebeliğini ve doğurmasını bedenin anlam bulması olarak görüyorum. Çocuk sahibi olmayı tercih etmeyenleri ise en azından ne isteyip, ne istemediklerini bilecek bilince ulaşmış olmaları sebebi ile takdir ediyor ama yine de keşke onlar da yaşayabilselerdi demekten kendimi alamıyorum.

İnsanın içinde gün be gün büyüyen, bedeninde hiç tereddütsüz yer açtığı bu varlık kendini belli ettikçe yaşattığı heyecan da artar. Gebelik ilerledikçe annenin bedenindeki değişmler daha fazla göze çarpar, nihayetinde içinde bir insan yavrusu büyümektedir. Anne tüm organlarını yavrusu için seferber etmiştir, hepsi her zamanki olağan temposunun üstünde çalışmaktadır. İşte özellikle de annenin yükünün iyice arttığı dönemde kontrollü şekilde belirli sürelerle, günde birkaç kere yürümesi özellikle önem kazanır. Bu yürüyüşler hem annenin kendini iyi hissetmesine yarayacak, hem gebeliğin vücut üzerinde yarattığı yorgunluğu ve yükü azaltacak, annenin doğum sürecinde ve sonrasında daha sağlıklı olmasına yardımcı olacaktır.

Bilim bunu, ilim konuşan kişi ise kendisini binlerce kişi izlerken maksadını aşarak annenin terbiyesizlik etmeyip işte bu çok önemli dönemde evde oturmasını söyler.

Bu sözler, söyleyeni tasavvuf erbabı olarak bilinen kişi için talihsizlikken bu fikirlerin varlığını nicedir yok saymışların gözlerini, kulaklarını daha açık tutmaları için talihtir.

Öyle yani…