Etiketler
balkonda kitap ve şarap, bayram tatili, eeee... ben çok sıkıldım ve yoruldum artık bitsin, umut, umutsuzluk
– Yedi gündür ilk defa bilgisayarı açıyorum. Yıkılmış durumdayım, çünkü on haneli, büyük, küçük harfler ve rakamlardan teşekkül açılış şifresini resmen ilk seferde girdim. Demek ki, yarın sabah dört haneli ofis kapı şifresini girmekte de zorlanmayacağım.
– Yedi günün özeti şöyle: Balkon, geniş koltuk, kitap, kahve ve şarap. İlk üçü sabit, son ikisi günün saatleriyle değişkendi.
– Aile büyükleri il dışında, biz İstanbul’da olduğumuz için daha ev hali bir bayram geçirdik.
– Pazartesi, Salı işyeri bana zorunlu senelik izin kullandırttığı için evde çocuklarlaydım ve ilk defa çocuklarımın büyümüş olduğunu fark ettim.
– BB, arife günü nöbetçiydi ve aslında İstanbul’da kalmamızın temel sebebi de buydu.
– Bunun üzerine göreli yakın uzaklıkta bir yere gitmeyi planladık. Safranbolu.
– Safranbolu seyahatinde Sesiler de eşlik etti.
– Safranbolu güzeldi. Aslında hepimiz için bir kere görmüş olma hali önemliydi.
– Safranbolu’ya giderken dalgınlıkla BB’nin yanına oturdum. Halbuki seyahatlerde Defi’nin yanında arkada oturmayı tercih ederdim. Meğer, ön koltukta daha rahat kitap okuyabiliyormuşum.
– BB ile yolda konuşuyorduk… İşin güzel yanı, “gitmek,” diye. Gitmek güdüsü bizde olduktan sonra, en azından ben iflah olmam. Gitmeyi güzel kılan bir şey var, o da dönmek.
– Safranbolu için ne söyleyebilirim? Yani bir kere gidilebilir. Yok, olmuyorsa zorlamak çok da gerekli değil. Yani, dünyada görülecek çok daha farklı ve güzel yerler var. Yine de, doğal dokuyu korumuş oldukları için onları tebrik ediyorum, çünkü her Antakya’ya gidişimde içim acır, nasıl kıyabilmişler, acımadan nasıl da bozmuşlar diye…
– Bayramdan önce son zamanların en güzel filmlerinden birini seyrettim, aklıma gelmişken not düşeyim. Rust and Bone… Sinemadan minimal zevk alanların bile muhakkak seyretmesi gerek. Oturup uzun uzun yazmak isterdim ama mümkün değil.
– Son okuduğum kitaplar: Tatlı Rüyalar / Alper Canıgüz, İpek / Alessandro Baricco, Hisar’dan Ahmet / Hüseyin Kıyar, Oyun Dürtüsü / Juli Zeh. Şu anda da Dorotea’nın Şarkısı / Rosa Regas okuyorum.
– Oyun Dürtüsü üzerine bitirme ödevi filan hazırlayabilirim.
– İpek, iyi bir roman taslağıydı, kaldı ki, yazarının onu böyle tasarladığından eminim, benimki sadece çok bilmişlik.
– Alper Canıgüz hadisesi ile yeni karşılaştım. Olabilir, herkes nasıl ki bu dünyada herkesi tanımak zorunda değilse, her yazarı da okumuş olmak zorunda değil. Yine de, farkındaysanız, kendi kendime bir içerleme durumundayım. Konuyu bilahare değerlendireceğim.
– Hisar’dan Ahmet hakkında da ileride bir ara bir şeyler söylemem mümkün ama belki de yorumsuz olmam daha iyi olabilir.
– Balkonda geçirdiğim zaman içinde, iki kahve veya iki şarap ya da bir kahve bir şarap arasında olabilir, bundan on, hadi bilemedim on beş yıl sonra daha az konuşuyor, konuşmak zorunda olacak olma ihtimalimi düşündüm. Yani, hayat çizgim normal seyrinde ilerlerse, en azından yaşarsam ve politikaya filan bulaşmamış olursam, öyle olmalı. Bu ihtimal beni sevindirdi, daha az konuşmak zorunda olma hali.
– Konuşmanın külfet haline gelmesindeki en büyük sebep zaten hali hazırda zihin akışımın yeteri ve hatta fazla olması. Zihin akışım da bir miktar yavaşlarsa fena olmaz.
– Ay, durun bir sakin. Endişeye mahal yok!
– Umutsuz olmak istemiyorum.
– Umutlu da olamıyorum.
– Bitecek biliyorum ama bir türlü nasıl olacak, o süreçte artık ne saçmalıklar olacak, düşünmek istemiyorum.
– Bir uyuyasım var, anlatamam. Uyuyayım, uyanayım ve her şey bitmiş olsun.
Öyle yani …