defter’im beni bilir. Buraya kişisel biyografimi yazmakla meşgulüm. Aile efradının dahli sınırlıdır. Bazen koşullar değiştiğinde sınırlar esnemek zorunda kalıyor. Buna sebep, defter’ime daha önce çok fazla anlatmadığım bağzı şeylerden bahsedeceğim.. yaşamı kolay olmayan herkesin affına sığınaraktan..
Kem doğduğunda asistanlığımda birinci yılımı henüz doldurmuştum. Az bir hesap, asistanlığa başladıktan üç ay sonra hamile kalmıştım. “TUS’u kazanıcam, doğurucam,” diye defaten söyleyen biri için acayip bir durum değildi. Klinikte sekizinci asistandım. Doğum sonrası 40 gün iznim vardı. Belki şefin insiyatifinde 6 ay ücretsiz izin kullanabilridim ama fena halde baldırı çıplaktık. Bebek 2 aylıktı ve ben ayda sekiz nöbetle geri döndüm. Normal şartlarda alta çömez gelir ve nöbet azalır ya, üç yıl altıma adam gelmedi, üstten bitiren gitti. Evet, çalıştığım hastanenin nöbetleri ağır geçmiyordu ama nöbet, nöbetti işte.. ben hastanede, çocuk annemle evde… ayda on beş (icap) nöbetle bitirdim.
Kem 8 aylıktı BB ihtisası kazandı. Beyin ve sinir cerrahisi! İki günde bir nöbet, hoca kızdı mı gün aşırı. Nöbet ertesi eve gelir, birkaç lokma yer ve uyurdu. Bazen uyku arası uyanır, sanki hastanedeymiş gibi hastalarla ilgili sayıklardı.
Hiç unutmam, bir bayram günüydü, BB yine nöbetçiydi, biz anneanneme ziyarete gitmişiz, rahmetli Kem’e, “Baban nasıl, n’apıyo, iyi mi?” diye sordu. Kem kanepeye yattı, genizden bir horlama sesiyle cevap verdi. Güldük. Buruk. Bir buçuk yaşındaki çocuğun babasına dair aklında olan buydu, evde olduğunda uyuyan bir adam! Çünkü BB nöbet ertesi eve geldiğinde yaptığımız önce ayaklarındaki su toplamışlarını patlatmak ve sonra da onun uyuyup dinlenmesi için uygun ortamı sağlamaktı.
BB nin ihtisası bitti ve diplomasını bakanlıktaki rehinden kurtarmak için mecburi hizmete gitmesi gerekiyordu. Kısmetine piyango bir yer çıktı ve gitti. Biz de arkasından.. Ben olamadım, yapamadım.. İstanbul’da doğmuş, okumuş, 35 yıl İstanbul’da yaşamış, tanıdığım insan namına kim varsa geride bırakmıştım. On ay sonra İstanbul’a geri döndüm, dönebildim çünkü ben şansıma esaretten muaf kalmıştım ama hep içimde o yapamamışlığa, direnememişliğe dair bir çentik kaldı. Ben döndüm, BB o Anadolu ilinde sekiz ay bizden uzakta yaşadı ve o sürede toplasak on günü birlikte geçirdik. Uzak da olsak birlikte olduk, olabildik, başardık. Tuhaf gelebilir ama aynı koşulalrda birçoğumuzun darmadağın olduğunu biliyorduk. Kem sekiz yaşındaydı, Def ise iki bile değildi, yani değil babasını özlediğini yazabilmek, söyleyemiyordu bile.
Sızlandık, doğrudur ve ağlamadık. İyi ki… Hayat, bizim tercihlerimiz bunu bize getirdi, dedik ve kabullendik.. İyi ki..
Bu ülkede nice çocuğunun büyüdüğünü göremeyen babaların ya da büyümüş çocuklarının ellerinden kayıp gittiğini gören annelerin olduğunu düşündükçe ve onlar için ağladıkça bir kere daha İYİ Kİ kendi halimize AĞLAMAMIŞIZ..
Benden bu kadar.. Anlayana..
Öyle yani…